14 Aralık Pazar. Son güzden karakışa girdik. Temennimiz bol yağışlı gerçek bir karakış olması. Yoksa yaz gibi geçen karakışlardan sonra sonumuz pek iyi olmayacak gibi. Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası aynı zamanda Yoksullarla Dayanışma Haftası. 15 Aralık yani yarın Uluslararası Çay Günü imiş. Çayı vazgeçilmez görenlere kutlu olsun. Farklı mesleklerden farklı yaş gruplarından aynı amaçla bir araya gelmiş yürüyüş grubumuz BİGTAY rotayı Kapanbeli Köyü'ne çevirdi. Meteoroloji bültenine göre hava açıktı. Yağmur gözükmüyordu. Hazırlandık evden dışarı çıktığımda havanın kapalı hafif çisenti halinde yağmurlu olduğunu fark ediyorum. Sırt çantamdaki montu üzerime geçirip yürümeye devam ediyorum sokakta. Kapkaranlık gökyüzüne bakıyorum. Ruhum sıkılıyor. Hızlı adımlarla yürüyerek Belediye durağına geliyorum. Arkadaşların yüzü gülüyor. Sabahın köründe sıcacık yatağından kalkıp ayazda bir amaçla gelmiş buraya. Hafta boyunca hayatın sıkıcılığı, iş stresinden bir nebze olsun kurtulabilmenin panzehiri doğa. Araştırmalar, doğada zaman geçirmenin stresi azalttığını, zihinsel rahatlama sağladığını ve kaygı bozukluğu, depresyon riskini düşürdüğünü gösteriyor. Doğanın huzur ve sakinlik veren atmosferi, ruh halini iyileştirirken zihnimizi yeniden tazelik ve enerji ile dolduruyor. Neşe içerisinde aracımıza biniyor Kocabaş köprüsünden geçerek Çan caddesinden ilerliyoruz. Alişdede Caminin önünden ve Orman İşletme Müdürlüğü durağından binenlerle birlikte aracımız doluyor. Çan yoluna çıkıp Çan'a doğru yönümüz. Bülbülovası'ndan geçiyoruz. Eybekli ve Ovacık kavşaklarını geride bırakarak Kapanbelen kavşağından sağa döndük. Hemen köyün içine girdik. Yola yakın olan yerleşim asıl Tepe üzerinde. Aşağı köyün çevresindeki arazinin mevkisi Tuzluk olarak geçiyor kaynaklarda. Evlerin yapıldığı alan ise Karabalçık. Köyün kenarından geçen yoldan yukarı köye tırmanıyoruz. Sağ tarafımızda Şehitler Çeşmesi var. Suyunun şifalı olduğundan bahsediliyor. Aşağı köyün bulunduğu alanın denizden yüksekliği 50 iken caminin bulunduğu alanın yüksekliği 200 metre. Sırt üzerinden ilerleyen yol mezarlığın yanından kıvrılarak sırtın kenarındaki caminin yanında bulunan köy kahvesinin önünde iniyoruz araçtan. Hava hala puslu ve karanlık. Kahveci çayı demlemiş bizi bekler. Muhtar Hasan Elmaz bizi karşılıyor. Hepimiz sıcacık kahve içinde maşalara dağılıyoruz. Kahvenin bahçesinden manzara muhteşem. Biga'ya doğru bakıyoruz. Ovacık, Eybekli karşımızda. Kocabaş vadisinin ufkunda Biga'yı görebiliyoruz. Sağ taraftan Yeşilköy, Elmalı, Ta uzaklarda Kaynarca görülebiliyor. Rivayetlere göre eşkıyalığın yoğun olduğu yıllarda burası karakol gibi imiş. Biga'dan Yenice'den gelenler mecbur bu boğazdan geçerlermiş. Kaynaklara göre Kapanbelen 1869 yılında Pomak aileler tarafından kurulmuş. Muhteşem bir manzarası olan köyden göçten dolayı nüfus epeyce azalmış. Köyün içinde yaşamı biten epeyce ev var. Daha önce de gelmiştik yürümekiçin Kapanbeli'ne. O zaman köyün alt kısmından Çan yoluna paralel giden orman yollarından ilerleyerek Katrancıya yürümüştük. Çaylarımızı içip kahvaltımızı yaptıktan sonra 100 metre kadar tırmanış olduğundan araçla tırmanmayı tercih ederek tekrar araca biniyoruz. Bu kez farklı bir rotadan doğayı içimize dolduracağız. Hava hafif yağışlı. Önceden de biraz yağış düştüğü yerlerden belli. Toprak yol kaygan. Fazla zorlamadan araçtan inip yürüyüşe başlıyoruz. Ağaçlık alanlardaki patikalara dalıyoruz. Ağaçların yaprakları dökülerek patikayı tamamen örtmüş. Ağaçlara bakmadan yere düşen yapraklardan hangi ağaçların olduğunu görebiliyoruz. Tokat mevkinden geçip tarla içerisinden zikzaklar çizerek Lalebiten Tepesine ulaşıyoruz. Önümüze çıkan yoldan sola dönerek yürüyoruz. Yol dosdoğru gidildiğinde Dikmen'e kadar gidiyor. Patikalardan sonbaharın etkisi ile dökülen ağaç yapraklarının üzerinde yumuşak yumuşak basarken sırt üstündeki yol yağan yağışın etkisi ile biraz çamurdu. Yol üzerindeki izlerden yoğun bir araç trafiği olduğu belli idi. Yol kenarlarından atların ve küçük çalıların üzerinden ilerlemeye çalışarak çamura girmemeye gayret ediyoruz. Hava sisli ama görüş uzaklığı etrafı görmemizi engellemeiyor. Yol kenarında iyice olgunlaşan kocayemişleri iştahla ağzımıza atıyoruz. Anında eriyip kayboluyor ağzımızda. Genç meşe ormanlarının içinden geçen orman yolu bir süre sonra çatallanıyor. Soldaki yolda ilerleyeceğiz. Sağa gidersek dikmen yoluna çıkıyoruz. Girdiğimiz orman yolu pek kullanılmadığı yol üzerinde biriken sararmış yapraklardan belli. Doğanın verdiği mutluluk yüzlerden okunuyor. Ormanın içinde olmak, doğayla temas etmek anlamına gelen, adeta bir ekoterapi, diğer bir deyişle doğanın terapisi olan orman banyosunun tam ortasındayız. Dağlar gününü geçirdiğimiz bu günlerde dağ olmasa da baya yüksekteyiz Biga'ya göre. Geniş sararmış yaprakları ile ıhlamur ağaçları arada bir gözümüzden kaçmıyor. Sararmış yaprakları inatla yere düşmek istemiyor sanki. Meşe ağaçlarının yaprakları epeyce dökülmüş. Gürgen yaprakları biraz dökülse de ıhlamur gibi hala çıkarmak istemiyor ilkbaharda giydiği sonbaharın etkisi ile eskiyen sararan elbisesini. Sislerin arasında sararan yaprakların altında dökülen yapraklara basarak keyifle yürüyoruz Lalebiten Tepesinden aşağı doğru giden Domuzdamı deresinin paralelinden. Yan derelerden dolayı zaman zaman zikzak çizen orman yolunda yürürken domuz damı deresine inmenin yolunu buluyoruz. Önümüze çıkan bir yıllar önce yapıldığı uzun zamandır kullanılmadığı belli olan yoldan. Kocayemişler baya iri buralarda. Orman yolundan çıkıp dere içine doğru giden üretim yolunu takip ediyoruz. Dereyi döner dönmez yolun yukarı gittiğini farkediyoruz biraz moladan sonra patikalardan derenin içine iniyoruz. Çınar, ıhlamur, gürgen, meşe ağaçlarının tepesi zor görünüyor dere içinde. Orman sarmaşıkları ağaçların altında toprak yüzeyini tamamen kapatmış durumda. Nereye baksak muhteşem. Dere içinde zaman zaman önümüzü kesen dikenli, otsu bitkileri yatırarak engeli kaldırmaya çalışıyoruz. Değişik ağaç ve çalıların bulunduğu alan biyolojik çeşitlilik bakımından zengin. Dere içinde ilerlerken önümüzü genç bir porsuk ağacı önümüzü kesti. Grup halinde Biga Ormanlarında hiç görmediğimiz porsuğun etrafa yayılmış epeyce ferdi mevcut. Biraz ilerde biraz daha kalın fert görüyoruz. Gövdesi büyük oranda çürümüş. Ama yapraklar canlı. Yamaç ta başka fertler görüyoruz. Dere içinde yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Duvarları yamaca rastlanmış taşduvar bir çeşme çıkıyor karşımıza. Oluğunda su akmıyor. Yalağında su var. Üstten bir hortumdan incecik bir su akıyor. Dre içine devrilmiş ağaçların üzerinde atlayarak, kayaların üstünden tırmanarak dereden ana yola çıkan bir yol kavşağına geliyoruz. Etrafa seriliyoruz. Kimimiz sırt üstü uzanıyor, kimimiz bir tümsek üzerinde tünüyor. Kimimiz ayakta ormanı dinliyoruz. Yağan yağmurdan ağaç yapraklarına tutunmuş su damlalarının düşme sesinden başka bir ses duyamıyoruz. Doğa da sessizliğe bürünmüş anlaşılan. Toprak yüzeyi ıslak yapraklarla kaplı. Bir süre doğanın sesini dinledikten doğadaki huzuru içimize çektikten sonra kalkıyor ve yolumuza devam ediyoruz dereden çıkarak. Yol kenarları sararmış, kurumuş hatta bazıları kararmış eğreltiler ve adını kestiremediğimiz otsu bitkileri geride bırakıyoruz. Zaman zaman yemyeşil ladenler bizi selamlıyor. İki derenin birleştiği yere geliyoruz. Yaylapınar dere ile Domuzdamı derenin birbirine kavuştuğu yer. Biga Çan Yenice çöplerinin düzenli ması tesisisin yanından geçiyoruz. Dereden karşıda bir yol gözüküyor, o yola geçmemiz lazım. Yamaçta bir yol girişi görüyoruz fakat otsu bitkiler tamamen kapatmış. Dere tarafı çok dik. Bir yerden inebilir miyiz diye tartışıyor yol boyunca yürümeyi tercih ediyoruz. Az ilerde dere içine doğru giden doğayla bütünleşmiş yol çıkıyor karşımıza. Yola dalıyoruz. Çok yıllık otsu bitkilerle kaplı yolda yürüdükçe bitkilerin üzerinde tutunan yağmur damlaları bacaklarımıza sarılıyor ve pantolonda kalıyor. Yukarıdan yağmamasına rağmen bacaklarımız sırılsıklam. Üretim açalı yapılmış yollar uzun yıllar kullanılmadığından doğa ile bütünleşmiş. Yamaç üzerindeki yol zik zak çizerek ilerliyor. Yol boyunca keyifle yürümeye devam ediyoruz. Ihlamur, Kestane, Meşe ve çınar ağaçları sıklaşıyor. Dere çatağında mola veriyoruz. Dere içinde devam eden yol boyunca yürüyoruz. Önümüze çıkan mantarlara ilgisiz kalamıyoruz. Yenir mi yenmez mi zehirli mi tartışıyoruz. Taş duvarlı uzun yalaklı bir çeşme çıkıyor karşımıza. Yan tarafında seramik kaplı bir çeşme ile yanyana. Yemyeşil bir tarla çıkıyor karşımıza. Ekili mi diye merak ediyoruz. Çayırlaştığını farkediyoruz. İçinden geçiyoruz. Şehrin içindeki parklarda "Çimlere Basmayınız" yazısını hatırlıyor doğanın ortasında inadına basarak yürüyoruz. Yazarken Google amcaya doğada çimlerde yürümenin insan sağlığına etkisi geliyor aklıma soruyorum. Earthing (Topraklanma) hatırlatıyor bana. Dünya’nın yüzeyindeki doğal elektriksel enerjinin insan vücudu ile etkileşime girmesiyle sağlanan bir denge hali imiş. Çıplak ayakla toprak yüzeyinde yürümek. Bir dahaki yürüyüşde denesek mi acaba. Birçok faydası varmış fiziksel ve ruhsal insan sağlığına. Çayırla kaplanmış tarlalardan geçerek ağaçların arasına ağaç yaprakları ile kaplanmış patikalardan devam ediyoruz. Bir yol devam ediyor ağaçlık alanlardan tarla aralarından köye doğru. Sadece meşe ağacı var buralarda. Belirlediğimiz rota biraz aşağıda kaldı. Rotaya yaklaşmak için yoldan sapıyorum aşağıya doğru bir süre inişten sonra bakıyorum yol uzayacak ilk patikadan sola tırmanıyorum. İyice dikleşen patika biraz zorluyor bizi. Nihayet tırmanış bitiyor ve dere içine doğru uzanan yolun köye girdiğini görüyoruz. Dere içinde kocaman bir çeşme. Suyu azalmış ama içmekte fayda var deyip buz gibi suyundan bazılarımız içiyor. Fazla oyalanmadan devam ediyoruz yolumuza. Yol kenarlarında kalın meşe kütükleri. Kesilmiş tepeleri. "Odun mu kalmadı ki bunları kestiler" demekten kendimizi alamıyoruz. Kökleri aşınan topraktan dışarı çıkmış. Köklerin arasından kafamı çıkarıp fotoğraflamaya çalışıyorum. Köyün ilk evlerine ulaştığımızda manzaranın ne kadar güzel olduğunun farkına varıyoruz. Karşı dağlar duman duman. İlk evin duvarında eski harflerle yazılmış besmelenin altında anlaşılmaz birşeyler yazılı. Verilmek istenen mesajı merak ediyoruz. İlk karşılaştığımız vatandaşlara soruyoruz. Yazanın biraz garip olduğu bilgisini alıyoruz. Terkedilmiş evlerin içinde hangi hayatların olduğunu merak ederek yola devam ediyoruz. Kocaman oluklu bir çeşme çıkıyor karşımıza. Koca oluğundan akan sudan eser yok. Koca boş bir delik kalmış akmayan suyundan dolayı. Bir evin avlusunda çalışan insanlar var. Karakışın başlangıcında odun hazırlıyorlar. Selamlıyor ve devam ediyorum. Çevrede yaşanmışlıkların ardından terkedilen evler yalnız, ıssız, perişan… Köyün ilk okulu yenilenmiş, tabelaya bakıyorum. İlginç. KAPANBELİ İLKOKULU yazıyor. Köyün adı Kapanbelen yazıyor her yerde. 1962 haritalarında Kapanbelen, 2001 haritalarında Kapanbeleni yazıyor. Ama bence ilkokul tabelasındaki doğrudur. Kahvehaneye geliyoruz tekrar. Çay molasından sonra muhteşem KAPANBELİ doğasını geride bırakıp Biga'nın yolunu tutuyoruz.