7 Aralık Dünya Sivil Havacılık Günü imiş. Güvenli Gökyüzü. Sürdürülebilir Gelecek. Sivil havacılığın önemini İSTİKBAL GÖKLERDEDİR cümlesi özetlemektedir. Hayatımızın her köşesinde yeri olan havacılığın orman yangınlarının önlenmesindeki etkin rolü hiçbir zaman küçümsenemez. Orman Genel Müdürlüğüne de Havacılık Daire Başkanlığı Kuruldu. 1958 de Türkiye hulahopla tanışmış. Hulo hop çevirenler o kadar çoğalmış ki sokaklarda herkes hulahop çevirmişler, bazı semtlerde trafiğin aksamasına neden olmuş, sonunda kalabalıkların toplanıp izdihama yol açması gerekçesiyle cadde ve sokaklarda hulahop çevirmek 7 aralık 1958'de yasaklanmış. Farklı yaş gruplarından farklı mesleklerden aynı amaçla bir araya gelmiş insanların oluşturduğu yürüyüş grubumuz BİGTAY 7 Aralık Pazar günü rotasını Gönen'in Alacaoluk Köyüne çevirdi. Gönen'de aynı amaçlarla bir araya gelmiş ARTEMEA Dağcılık ve Doğa Sporları Derneği ile birlikte Alacaoluk Köyünden Kumköy'e yürüyeceğiz. ARTEMEA; Gönen'in antik çağdaki adı olup, doğa ve av tanrıçası Artemis'in ülkesi anlamında, doğa yürüyüş yolu, farklı zorluk derecelerinde parkurlar içermekte olup, toplam uzunluğu 250 km, kayın, meşe, kestane ormanlarından, kayalık ve makilik bölgelerden, pek çok şelale, dere ve göletlerden geçmekte olduğunu sosyal medyadan öğreniyorum. Daha önce de bu yollarda yürümüştük. Hafta boyunca hazırlığımızı yaptık. Meteoroloji pazar günü Alacaoluk tarafının yağışlı olduğunu gösteriyor. Hem de tam gün yağış. Yanımıza yedek birşeyler aldık. Sabahın alaca karanlığında bindik aracımıza. Yolumuz uzak. Çanakkale sınırlarından çıkarak Balıkesir iline girdik. Tahirova Çiftliğinin içinden geçerek Güvercin Köprüsü'nü solda Ulukır'ı geride bıraktık. Güvercin Köprüsü, Antik Roma uygarlığı tarafından Misya eyaletinde Gönen Çayı üzerine inşa edilen köprü. Günümüzde yıkık durumda olsa da köprü ayakları yapımında kullanılan "hava bölmeli sistem" nedeniyle ayakta. Sarıköy, Gündoğan, Hasanbey'den sonra Gönen'de bir kafede buluştuk. Hoşbeşten sonra yola çıktık Alacaoluk Köyü'ne doğru. Doğuya doğru Karalar Çiftliği, Akçapınar'dan Çınarpınar'a geldik. Ormanlık alana giriyoruz. Sağda solda çiftlikler var. Nihayet Alacaoluk Köyü'ndeyiz. Alacaoluk Gönen'in bir köyü. 93 harbi sonrasında, Balkanlar'ın değişik yerlerden gelen muhacirler tarafından kurulmuş. Köyün ismi bir rivayete göre, köyün olduğu yere gelen avcılar, gördükleri bir çeşmeye "Avcıoluk" adını vermişler. Zamanla Alacaoluk halini almış. Köyde kimsecikler yok. Hava yağışlı. Kahve açık ama çay yok. Etrafa kuruluğa dağılarak yağmurluklarımızı çıkarıyoruz. Bir anda alacakaranlık rengarenk oluyor değişik renk yağmurluklarla. Sadece önden bakarak tanıyabiliyoruz arkadaşlarımızı. Siten pek uzağı göremiyoruz. Büyükşehir'in lüksü olsa gerek tabelalar afilli. Artemea Yolunun işareti hemen köyün içinde. Kırmızı beyaz yön tabelasının gövdesinde. Küçük bir açıklamadan sonra yön tabelasının gövdesinde bulunan kırmızı beyaz işaretin gösterdiği sokağa dalıyoruz. Hedefimiz Kumköy. Rehberimiz en önde. Ben bugün çok rahatım. Yönümü bulabilme endişesi olmadan doğanın tadını çıkaracağım. Rehberimiz uzun boylu. En önde rahatlıka görülebiliyor. Yönünü şaşıranın kafasını kaldırması yeterli görebilmek için. Saç traşı, giyimi kuşamı ile tarihi yola uygun bir rehber. Yolun başlangıcı çakıllı. Bir süre yürüdükten sonra ormana dalıyoruz. Orman seyrek genç meşelerden oluşuyor. Tarlaların kenarlarında incir dut vb meyve ağaçları medeniyetin göstergesi. Süslemeli beton çit duvarları ile mezarlığı görüyoruz. Alışılmış servili mezarlık değil tabi. Doğaya uygun yaşlı meşe ağaçları örtüyor yaşamından sonra dinlenmeye geçmiş Alacaolukluların üstünü. Yol kenarında suyunun akıp akmadığını tam olarak göremediğimiz bir çeşme. Yükseklerin muhteşem ağacı kayınlara rastlıyoruz teker teker de olsa. Sonbahar urbasını giymiş, henüz tam olarak çıkarmamış halde. Ağaçlar sıklaştıkça bastığımız yerlerin sararmış yapraklarla kaplandığını ayaklarımızın altında hissediyoruz. Yukarıya bakmadan dökülmüş yapraklardan ağacın türünü anlayabiliyorum. Etrafımdakilere anlatmayı ihmal etmiyorum. Biga kuzeyde. Gönen güneyde. Bitki örtüsü olarak pek farketmiyor. Yukarıda kayın gürgen meşe alt tabakada funda, laden vb. Toprak kıraç. Bir çeşme daha çıkıyor karşımıza. Ama suyu akıyor bu çeşmenin. Kimimiz çeşmenin önünden kimimiz üstündeki yoldan yürümeye devam ediyoruz. Seyrek kayın ve meşe ağaçlarının altında çisil çisil yağan yağmurda hafif sisli havada alçak sesle sohbetlerin eşliğinde doğanın tadını doyasıya içimize çekiyoruz. Köyden uzaklaştıkça ağaçlar sıklaşıyor ayaklarımızın altındaki yaprak tabakası kalınlaşıyor. Ağaç altı tabakası çeşitleniyor, devamlı büyük yeşil yaprakları ile sandal, kocayemiş, küçük ve yumuşak yaprakları ile akçakesme yoğunlaşıyor. Arada bir birbirimizi kontrol ediyoruz. Geride kalanların iyice kopmaması için bekliyoruz. Ara ara teşbih çalıları sararmış yaprakları ile ağaçların arasına karışıyor. Kumköy yazan bir kayanın yanında geride kalanların toplanmasını bekliyoruz. Rehberimiz burada Alacaoluk Kalesine gelmek isteyenlerin kendisini takip etmesini istemeyenlerin ise beklemesini söyleyerek bir patikaya dalıyor. Arkasından biz meraklılar. Sık meşelerin arasında güneşi görebilmek için her yerden kafasını uzatmış çalıların arasında belli belirsiz patikadan ayrılmak zor. Rehberi takip ediyoruz. Yoğun bir genç akçakesme topluluğu karşılıyor bizi. Çalıların arasında beliren kocaman taş duvarın dibine ulaşıyoruz. Duvar kalıntılarının arasına dalıyoruz. Etrafta duvarların sadece bir kısmını görebiliyoruz. Uzun yıllar yalnızlığın etkisi ile çalılar arkadaş olmuş doğayla bütünleşmiş Alacaoluk kalesi. Bolca teşbih çalısı, ara ara yeşil yaprakları sert küçük kırmızı meyveleri ile sandal ağacı duvarların arasında kalan boşlukları doldurmuş. Kireçtaşlarının vezgeçilmezi menengiçleri bolca görmek mümkün. Bir süre çalıların arasında nerede ise kaybolmuş kale duvarı kalıntılarının arasından ilerleyerek bir bayrağa ulaşıyoruz. Daracık duvar üstüne birçok kişi sıkışıyor bayrakla fotoğraf almak için çırpınıyoruz. Alan çok dar kafamızla bayrağı bir arada görebilmek için epeyce efor harcıyoruz. Arkamızda Alacaoluk yolu gözüküyor. Bizans Tepesi üzerine yapılmış kaleden etraf çok net gözüküyor. Yağışlı ve sisli havada bie manzara muhteşem. Tarihi Alacaoluk Kalesi bu mahalleden adını almış. Köyün güneydoğusunda yüksek bir tepe üzerinde. Yaklaşık on dönüm genişliğinde bir arazi üstüne kurulmuş ve Bizans dönemine ait bir kale imiş. Bütün tahribata rağmen dış duvarlar muntazam taşlarla, kireç ve kum karışımı harçla örülmüş. Duvarlarda yer yer tuğla kullanıldığı görülüyor. Olduğumuz yerde geri dönüyoruz. En öndeki en arkada en arkadaki en öne geçiyor. Daracık patikadan geldiğimiz gibi aşağıya iniyoruz. Kavşakta bizi bekleyen meraksız arkadaşlarla buluşup Kumköy yönüne devam ediyoruz yürümeye. Aşağıya doğru ağaçların arasında teletabiler gibiyiz. Ağaçların yaprakları nerde ise tamamı dökülmüş buralarda. Yol boyunca değişik pozlar veriyoruz elimizdeki telefon ekranlarına. Bazan toplu fotoğraf almak için birbirimize bakıyoruz. Telefonu kaliteli olanlar öne çıkıyor, kendisine güvenemeyenler ise geri duruyor ve poz veriyor kaliteli telefonlara. Bazılarımız o kadar alışmışız ki telefon ellerde havaya kalktı mı otomatik olarak poz veriyoruz. Yamaç inişi biraz zorlu. Yağışın ekişi ile kayganlaşan toprak ilk geçenlerden sonra iyice cıvıklaşıyor ve adımımızı dikkatli atmazsak yüz üstü veya sırt üstü düşmek çok kolay. Bazılarımız kıç üstü düşünce hemen cep telefonları anı çekebilmek için düşenin üstüne doğru çakıyor deklanşöre. Ağaçlara tutunarak düşmemek için çok çaba gösteriyoruz. Arada bir önümüze çıkan kayaları basamak yapıyoruz. Kayaların üstü adeta yeşil kumaşla kaplanmış gibi duruyor üzerindeki yosunlarla. Ağaçların kayaların üzerinde kırmızı beyaz işaretler rehberin işini kolaylaştırıyor. Yolu hiç bilmeyen biri çıksa kaybolmadan kilometrelerce yürüyebilir. Bu hizmetlerinden dolayı Artemea Ekibine ne kadar teşekkür etsek azdır. Kayaların arasında kocaman bir gövde bizi karşılıyor. Yanına vardığımızda çitlembik olduğunu görüyor ve şaşırmıyorum. Bunca ağaç türünün arasında çitlembik olması çok hoş. Kalın gövde iyice çürümüş ve tepesi kırılmış. Ancak dibinden gelen başka bir gövde ağacı tamamlamış. Kayaların arasındaki geçitte bizi karşılayan çitlembik ağacını geride bırakıp akçakesmelerin yeşilliği arasında yükselen meşelerin altından yolumuza devam ediyoruz. Artık düze çıktığımızı farkediyoruz. Sisli yağışlı havanın kapladığı meşe ağaçlarının arasında yürümenin mutluluğu yorgunluğa, önümüze çıkan engellere rağmen yüzlerden okunuyor. Topraktaki nemin etkisini yüzeye bakınca anlamak mümkün. Toprak yüzeyi bazan yeşil otlarla bazan da kuru otlarla kaplı. Dere yatağına iniyoruz. Güneşe ulaşabilmek için altlarındaki suyun etkisi ile upuzun gövdeler oluşturan çınar ağaçları harika. Etrafa yayılıyoruz yamaçtan inişimizin verdiği yorgunlukla. Sırt çantalarımızda getirdiğimiz atıştırmalıkları etrafımızdakilerle paylaşıyoruz. Yerle ıslak olsa da kimimiz taş üzerine, kimimiz yağmurluğun köşesine ilişiyor kıçımızı ıslatmamaya gayret ediyoruz. Bazı çınarla uzun yıllar orada olduğunu haykırıyor geniş ve kalın gövdesini göstererek. Derede ahşaptan yapılmış bir köprü bizi karşıdan karşıya geçirmek için hazır bekliyor. Üzerine çıkıyoruz renginden baya eski olduğunu düşündüren köprünün dayanıklılığını ölçüyoruz kendimizce. Bazılarımız korkarak ilerlerken ağaç köprü üzerinde bazılarımız koşturmaca geçiyor yıkılırsa suya düşmemek için. Karşıya geçen setin üzerinde bekliyor toplu fotoğraf için. Dere boyunca yürümeye devam ediyoruz. Derede suyu görmek mutluluk verici. Uzun geçen kuraklıktan sonra birçok derede hala suyu görmek zor bu yıllarda. Ama Gönen'in dereleri, çeşmeleri şarıl şarıl akıyor. Dere içindeki gürgen ağaçları gövdelerinde yaşadığı uzun yılların izlerini taşıyor. Sağımızda bir mağara girişini merak ediyoruz. Su ile dolu olduğunu söylüyor bilenler. Ama merakımızı görerek gidermek için ağzına geliyoruz. Kum yığınından başka bir şey yok. Dere boyunca uzun gövdeleri ile gökyüzüne ulaşmak için yarışan çınarların arasında kalın ve uzun gövdeleri ile kızılağaçlar yol boyunca bizimle yarenlik ediyor. Kalın gövdeleri geçmiş hakkında çok şey öğretiyor okuyabilene. Dere boyunca dik kayaların yükseldiğine şahit oluyoruz. Dere içerisinde kayaların dibinde dağılmış taşlar doğa ile bütünleşmiş. Yeşilin değişik tonlarında yosun elbiseleri ile adeta doğa ile bütünleşmiş. Yosunların arasında syklemen halk arasında domuz topuğu denilen geniş alacalı yapraklı bitkiler kendini gösteriyor. Sonbaharda çiçek açmış halini hayal ediyor yolumuza devam ediyoruz. Düze yakın dere içerisinde arada bir engelle karşılaşan suyun taşlardan düşüşü, dere içinde çağıldayışı bizim için terapi. Kuş sesleri tek tük duyuluyor. Yağışların azlığı ile henüz tam olarak kendini gösteremeyen derede suyun akışına yürüyoruz. Bazen değişik çalıların arasından geçen patikadan ilerlemek ruhumuzu dinlendiriyor. Dere boyunca yürüyerek bir açıklığa geliyoruz. Toprak yüzeyinin bozulduğu, geniş ve derin çukurlukların oluştuğu alanın gölet yapımında çalışan makinelerin açtıkları çukurlukları olduğu gibi bırakmalarına rağmen doğanın kendini tamir etmek için önce otsu bitkiler, sonra ağaç ve çalıların etrafı kapatmaya çalıştığını görebiliyoruz. Devlet kurumlarının bile doğaya nasıl zarar verdiğinin delili gibi duruyor orada. Açılan çukur ve kanallardan uygun yerlerden zar zor geçerek göletin baş tarafında mola veriyoruz. Her gölette olduğu gibi su epeyce azalmış. Yağış azaldı hatta hiç kalmadı. Hafif esen rüzgârın etkisi ile bedenimizde soğuğu hissediyoruz. Bazılarımızın bir yerleri çamura bulanmış. Bir süre dinlendikten sonra göletin sağ tarafından ilerliyoruz. Ağaç ve çalıların arasındaki patikadan tırmanıyoruz. İnişli çıkışlı patika bizi bir yerlere ulaştıracak. Burada ağaçtan çok çalı var. Çalıların gövdelerinde mavi renkli likenler kaplı. Meşelerin altında çalı tabakasındaki türler aynı. Ara ara meşeler sıklaşıyor ki buralarda toprağın derin olduğunun göstergesi. Patika bizi hafif kaymış bir yere ulaştırıyor. Yağışın etkisi ile çıvıklaşan toprakta yürümek biraz zor. Yamacın uygun yerlerine dikkatle basarak çamuru geçip yola ulaşıyoruz. Yolun yeni yapıldığı belli. Uygun yerlerinden çamura batmadan ilerlemeye çalışıyoruz. Bir tarafımızda göletin suyu gözüküyor. Göletin savağından sağa giden yola tırmanıyoruz. Çamurdan kurtulduk. Göletin gövdesinde kocaman DSİ MURATLAR yazısını arkamızda bırakıyoruz. Çamur yoldan çimenle kaplı yola çıkınca derin bir nefes alıyoruz. Yol boyunca ilerlerken yolun alt tarafında bir patikaya dalıyoruz. Dik yamaçta çıvıklaşan çamurun etkisi ile bazılarımız düşüyor. Düşen arkadaşların fotoğraf veya videosunu almaya yetişemiyoruz. Ağaçlara tutunarak aşağıya inmeye çalışıyoruz. Zaman zaman sıklaşan ormanın altından yaprakların üstüne basa basa ilerliyoruz. Gölet yeni yapılmış. Ama önümüze su kanalları çıkıyor. Derenin suyunu köye ulaştırmak için yapıldığı belli. Kanalı dere geçişleri aynı zamanda yaya geçidi. Arkamızdan iyi haber gelmiyor. Bir arkadaşımız ayağını burkmuş. Henüz sıcak olduğundan aksaya aksaya yürüyor. İlk yardım uygulanıyor. Yürüdükçe soğuyan ayak zorlamaya başlıyor. Bazı arkadaşlarımız yardımcı oluyor. Sulama kanalını takip ederek yürüyoruz. Ama aklımız ayağı burkulan arkadaşımızda. Dere kenarından tarlalara giriyoruz. Yaprakları dut mu desem maklora mı desem bilemedim bir ağaç çıktı karşıma. Topluluk halinde. Altlarından geçiyoruz. Dere içinde önümüze yeşil elbisesi ile yuvarlak bir kaya çıkıyor. Üzerine çıkmayı deniyorum ama rutubetli ve yüksek. Yanında fotoğraf almayı tercih ediyorum. Kah dere kenarından kah tarla kenarından geçerek önümüze çıkan derin yarıklardan zorlanarak geçiyoruz. Doğa muhteşem, mevsim sulu. Arkadaşlarımız hepsi güzel ruhlu. Kimsede şikayet yok. Arada bir "ne kadar kaldı" sorusuna " az kaldı" ya da 300 metre kaldı yalanlarımızla finişe cesaret veriyoruz. Sıklaşan ağaçların arasından geçerek bir tarlaya çıkıyoruz. Arkadan gelecekleri beklemek üzere mola veriyoruz. Geri dönüyorum ayağı burkulan arkadaşımıza yardım edenler epeyce geride kalmış. Yürüdükçe daha da artan ağrıları yüzünde okunuyor. Ama tek çare köye ulaşmak. Herkes toplandıktan sonra tekrar yürüyüşe başlıyoruz. Tarlanın üst tarafında bir ahşap ev. Doğa özlemi yaşayan insanların sığındığı konak. Hasan agam cebinden bir para çıkarıyor. Bir milyon lira. 2003 yılında arkasındaki sıfırların atıldığı bir lira. Bir de 500000 lira. Yani bugünün elli kuruşu. Bir anda bir milyon lira mı basılmış diye geçiyor aklımızdan. Mali espriden sonra yola devam ediyoruz. Nihayet ormanlık alandan çıkıp köy yoluna çıkıyoruz. Bazılarımız köye ulaştı bile. Aracımız henüz gelmemiş. Bir araç bulup geride kalan ayağı burkulan arkadaşımız alalım diye düşünüyoruz. Kahvede üç beş kişi var. Anlatıyorum. Birbirine bakıyorlar araç yok, motosikletle gelir mi diye soruyorlar. Olmaz diyorum. Bakkalda var diyorlar bakkala giriyorum anlatıyorum. Bakkal ben gidersem bakkala kim bakacak, bırakamam diyor. Şaşırıyorum Köyde bakkala kaç kişi gelir ki. 5-10 dakikasını alacak. Sonuçta insanların nerden nereye geldiğine şahit olduk. Aracımız gelmiş sokağa yanaşıyor. Araca binip geldiğimiz yere götürüyorum. Mezarlığın altına kadar gelmiş kazazede. Araca alıp köye dönüyoruz. Çaylarımızı içtikten sonra ARTENEA ile vedalaşıp ayrılıyoruz. Aracımıza binip Biga'nın yolunu tutuyoruz. Sabah sekizde çıktığımız yürüyüş maceramız saat be gibi sonlanıyor. Ayağı burkulan arkadaşımızın başına gelenler haricinde muhteşem bir gün, muhteşem bir orman banyosunun huzuru içerisinde evimizin yolunu tutuyoruz.