Eski takvime göre mevsim Kasım günleri ve Hızır günleri olarak iki bölüme ayrılırmış. 7 kasımda başlayan kasım günlerindeyiz, Kasım ayının anlamı da bölenmiş. Halkın takvimine göre 29 kasım ağaçların suyunun çekme zamanı imiş aynı zamanda. 30 Teşrin-i Sani Pazar. Bugün Dünya Şoförler günü aynı zamanda. BİGTAY'ı üç yıldır her Pazar istediği yere ulaştıran Sadullah Beyin nezdinde tüm şoförlerin günü kutlu olsun. 30 Kasım 1944 Fransa'daki seçimlerde kadınlara ilk kez oy hakkı tanınmış. 30 Kasım 1909 Osmanlı tarihiyle ilgili bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla Tarihi Osmani Encümeni kurulmuş. Aylardır özlenen yağış Cuma gecesi geldi nihayet. Gece boyunca yağan yağmur Cumartesi öğleye kadar devam etti. Temennimiz günlerce yağması. Ancak Pazar günü öğleden sonrayı gösteriyordu meteoroloji bülteni yağışın devamını. Farklı mesleklerden, farklı yaş gruplarından kişilerin aynı amaçla bir araya gelen yürüyüş grubumuz BİGTAY her Pazar olduğu gibi bu Pazar da Biga Belediyesi otobüs durağında buluştuk. Rotamız Sinekçi Köyü. Aracımıza bindik gazladı kaptanımız Sadullah. Güneşin doğmasına daha 20 dakika var. Gökyüzü kapkaranlık. Otobüsün yan camlarına çekilen filmden dolayı iyice karanlık gözüküyor. Sinekçi köyüne ulaşıyoruz. Bandırma yolu köyü ikiye bölüyor. Köyün ortasında upuzun bir üst geçit var. Biraz ilerde bir de alt geçit var. Ama insanlar çoğunlukla karşıdan karşıya geçmek için kestirme yolu tercih ediyorlarmış ki o da çok tehlikeli. Köyün sağ tarafındaki kahvelere değil de solda bulunan kahve açık bizim için. Kahvede Mustafa Ayaz var. Masalar bizim için hazırlanmış. Yanımızda getirdiğimiz simitleri dağıttık masalara. Hasan Aga'nın doğum günü imiş. Hep birlikte doğum gününü kutladık. Sıcacık çaylarımızı yudumladık. Bu arada köyde eski yıllarda Çakal Deresinde bulunan değirmeni soruyoruz. Yıllar önce yıkıldığını üzülerek öğreniyoruz. Eski yıllarda suyun çokluğundan olsa gerek yanından gere geçen her köyde bir değirmen varmış. İnsanlar buğdayı yetiştirir, ununu değirmende öğütür, ekmeğini kendi yaparmış. Bugünlerde derelerde sular azalmış, değirmenler yıkılmış, unu değirmende öğütme bir yana nerede ise tarlalar bile ekilmez olmuştu birçok köyde. Köy hakkında pek bilgisi olan da yoktu zaten. Literatürden öğrendiğimiz kadarı ile Sinekçi, Bulgaristan’ın Razgrat, Eskicuma, Targoviste bölgesinden Anadolu’ya sığınan muhacirler tarafından 1880 yılında kurulmuş. 1946 İçişleri Bakanlığı Meskun Yerler Kılavuzu kaynağından Hıfziye olduğunu öğreniyoruz. Köyün yakınında bulunan ve 1958 tarihli memleket haritalarında Sinekçi Dere olan dereden Sinekçi Köyü adını almış. Köyün nüfusu 1980’li yıllarda 650, 2000’li yıllarda ise 400 civarında iken 2025 yılında 334 olmuş. Kalem Gazetesinin 18.01.2024 tarihli yayınında anlatıldığına göre Sinekçi Köyü eskiden nahiye imiş. Rodoplardan sürgün edilen Pomaklar Dimetokaya yerleştirilmişler. Bazı vatandaşın hırsızlık yapıp huzuru bozmaları üzerine yaşanan sıkıntıları kontrol altına almak için 1947 yılında Gümüşçay belediye olur olmasına ama bilinmeyen bir nedenle hükümet tarafından feshedilir. Dimetoka’ya 1948 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün imzasıyla Sinekçi Nahiyesi nakledilir ve 1949 yılında Dimetoka tekrar Belediye olur. Sinekçi Köyü baya renkli bir köy. "Pınar Baştan Bulanır", "Gidiyor musun yarim", "Sinekçidir Köyümüz" gibi türküler Sinekçi Köyünden derlenmiş. Kahvaltımızı yaptıktan sonra Sinekçi Köyünü ikiye bölen Bandırma asfaltının kenarından yürümeye başlıyoruz. Üst geçitten sabahın çiğinde kaymamak için dikkatle tırmanıyoruz. Kışın bu geçitten kaymadan nasıl geçileceğini tartışıyor, bazı yerlerde olduğu gibi kauçuk ile kaplanmasının kaymayı engelleyeceği düşüncesini paylaşıyoruz. Köyün üst tarafına geçiyor, Bandırma asfaltına paralel yürüyüşümüze devam ediyoruz. Köyün eski evleri genelde boş. Tel direğinin tepesinde bir leylek yuvası boş. Köyde bulunan jandarma karakolunun önünden geçiyoruz. Sol tarafımızdaki evlerin birinin önünde vos vos dikkatimizden kaçmıyor. Değirmen mevkiinden geçerken eski değirmeni arıyor gözlerimiz. Değirmenin çarklarını çevirecek suların artık derelerde kalmadığını görmek çok acı olsa da devam eden yaşamda katlanacağız. Zamanla kullanılamayan değirmenlerin önce çatısının çökmesi arkasından duvarlarının yıkılması ile birlikte birçok yerde çarkının, değirmen taşlarının yıkıntıların arasında görmeyi ümit ederken buradaki değirmenden herhangi bir emarenin kalmadığını görüp yolumuza devam ediyoruz. Köyün adını verdikleri Sinekli deresinin Bandırma asfaltının üstünde Çakalderesi olarak adlandırıldığını haritalardan öğreniyoruz. Dere kenarında yapılan biraz emek çekilmiş bir bahçede oluşturulan gölcüğün suyunun tamamen kuruduğunu kilitli kapının ve çitlerin arasından zorla görüyoruz. Genellikle açık ancak sonbaharın yağmurları ve son sıcakların etkisi ile yemyeşil mera. Mera kenarında bulunan meşelerin içene dalıyoruz. Önümüze çıkan yolları yağan yağmurun etkisi ile tamamen çamurlaştığı için tercih etmiyoruz. Karşı tarafta Abalı yem fabrikasının beyaz binası gözüküyor. Meşeler genellikle mazı meşesi türü. Kısa kalmışlar. Meşelerin arasında sıkça karaçalıya rastlıyoruz. Eteğimize takılıp bizi çekelememesi için baya gayret gösteriyoruz. Kuzu pırnalları yemyeşil ve yumuşak yaprakları ile yanından geçerken bizi okşuyor. Mazı meşelerinin arasında tek tük macar ve saçlı meşeler gözden kaçmıyor. Genç meşe ağaçları seyrek ve zayıf. Aralardaki otsu bitkilerin üzerini örten dökülen sararmış yaprakların üzerinde keyifle yürüyoruz. Otların üzerinde yağan yağmurun veya sabah serinliğinin oluşturduğu çiy ayaklarımıza giydiğimiz değişik marka botların su geçirmezliğini test ediyor. Dünyanın parasını verip ayağımıza giydiğimiz botların suyu içine almasını her birerimiz farklı hissediyor. Meşeler, karaçalı, akçakesme vb ağaç ve çalılardan oluşan genç ormanın içerisinde bulabildiğimiz boşluklarda zaman zaman mola veriyor yanımızda getirdiğimiz atıştırmalıkları ve içeceklerimizi tüketiyoruz. Yerle tamamen ıslak. Ya bir ağaç dalı ya da yanımızda getirdiğimiz petlerin üzerine oturup dinleniyoruz. Kurban bayramlarında kestiğimiz kurbanların artıklarını ormanın derinliklerine atmayı ihmal etmediğimizi önümüze çıkan değişik boyutlardaki hayvan kemiklerinden anlıyoruz. Uzun yıllar önce atıldığı her halinden belli olan bir büyükbaş hayvan kafası önümüze çıkıyor. Elimize alıp değişik pozlar veriyoruz. Bazı arkadaşlarımız yanına alıp bir süre taşıyor hayvancağızın sadece kemiği kalmış başını. Rotamız genelde düz olmasına rağmen 124 rakımlı Koru Tepeye doğru ilerlerken az da olsa tırmanmak zorunda kaldığımız rampa bazılarımızın sızlanmasına sebep oluyor. Koru tepeye tırmanırken saçlı ve macar meşelerinin arttığını mazı meşelerinin ise azınlıkta kaldığını bir orman mühendisi olarak farkedebiliyorum. Arkadaşlara kısa kısa bilgiler vermeyi ihmal etmiyorum. Yıllarca baltalık işletmesi yapılan Biga ormanlarında olduğu gibi Sinekçi koruluğunda da çok gençler. Genç meşe ağaçlarının aralarında yürümek, zaman zaman diplerinde oturmak ayrı bir zevk veriyor birçoğumuza. Kışın kendini hissettirdiği bu günlerde ağaç ve çalıların yapraklarının döküldüğünü toprak yüzeyine baktığımızda görebiliyoruz. Aynı zamanda ağaç ve çalıların yaprakları nerede ise tamamen dökülmediğini görüyoruz. Yolumuza uyuyan bir kirpi çıkıyor. Kafasının ayaklarının arasına almış tortop olmuş bir vaziyette. Dokunuyoruz sadece vücut hareketlerini görebiliyoruz. Uyumaya devam ediyor. Kirpiler kışı atlatmak için soğuk havadan ve yırtıcılardan korunma sağlayan güvenli ve korunaklı yerlerde kış uykusuna yatarlar. Ancak bazen bizim kirpi gibi yaprak yığınları, kütük ve kompost yığınları arasında da kış uykusuna yatarlar. Bizimki galiba çok uykusu gelmiş ki yolun ortasında birkaç yaprak arasında uyuyakalmış. Sıklaşan genç meşelerin arasında bulabildiğimiz patikalardan yürümeye çalışıyoruz. Ancak sık sık karaçalılar önümüzü kesiyor ve geçit vermiyor. Rotayı değiştirip geçebileceğimiz ağaç boşluklarını arıyoruz. Meşelerin arasında seyrek de olsa üzerinde kırmızı meyveleri ile tavşan memesi, ruscus, kukina vb adlarla bildiğimiz otsu bitkiler kıpkırmızı meyveleri ile kendini gösteriyor. Koru tepenin üstüne ulaştığımızda meşelerin altında ağaç fundalarının boylandığını sıklaştığını ve yürüyüşümüzü zorlaştırdığını farkediyoruz. Zaman zaman meşeler arasında bulunan yağmurun etkisi ile vıcık vıcık çamurlaşan yollara çıkmak zorunda kalıyor, fırsat bulduğumuzda orman içi patikalara dalıyoruz. Tek tük de olsa karaçalı karaçalılığını yapıyor ve bazı arkadaşlarımızı saçlarından yakalayarak bizden ayırmaya çalışıyor. Eski haritalarda yöreye adını veren Akpınarın bulunduğu alana geliyoruz. Elinde tüfeği ile genç meşe ağaçlarına sırtını vermiş bir avcı ile yüzyüze geliyoruz. İzin isteyip selfi çekiyorum. Domuz avına mı çıktığını soruyorum. Tavşan diye cevap veriyor. Birden kalabalığı görünce yüzündeki şaşkınlık da gözlerden kaçmıyor. Avcıyı da aramıza alıp çeşme başında fotoğraflıyoruz. Orman içinde zaman zaman çöp yığınlarına rastlıyoruz. Vatandaş bulduğu her atık malzemeyi getirip ormanın derinliklerine atmış. Orman içinde bir sağa bir sola yürürken bir anda önümüze mezarların çıkması ile şaşırdık. Üst kısmından dönüp yandaki yola çıktık Yürümeye devam ettik. Minareyi merkez alır gibi köyün etrafında dönüyoruz adeta. Bir süre yürüdükten sonra açıklığa geldik. Sağa dönüp ilerledik. Bu kez önümüze iki adet koltuk çıktı. Güzel havalarda koltuklara oturup ormanın sefasını sürdükleri belli. Ancak yağmurun etkisi ile iyice ıslanan koltuklara oturmaya cesaret edemedik. Bazı arkadaşlarımız oturmayı denedi. Arpalık dere içinden yürümeyi denedik. Ancak karaçalı böğürtlen vb tarafından tamamen işgal edilen dere içinden yürümek mümkün olmadığını görüp dere kenarından yürümeye devam ettik. İlk patikadan dereye inip karşıya tırmandık. Dere içinden düzlüğe çıkınca halk arasında piren denile fundalar karşıladı meşelerin arasında bizi. Biraz sonra iyice açılan toprak yüzeyini yeşil otsu bitkiler kapatıyordu. Yol kenarındaki mezarlığa yaklaştığımızı farkettik. Uzun yalaklı bir çeşme çıktı karşımıza. Üzerindeki mermer taşta Hüseyin Kutluer Hayratı 2024 yazıyordu. Çeşmenin etrafına dizilip fotoğrafladık. Yürümeye devam ettik. Bandırma asfaltını bu kez alt geçitten geçerek karşıya yürüdük. Köyün kenarından devam edip Arpalık Dereye yürüdük. Dere içinden sağa dönerek 23 yıl önce servi ile ağaçlandırdığımız alana daldık. Servilerin arasından yan dereye inerek karşıdaki fıstıkçamlarının arasından yürümeye devam ediyoruz. Dere içlerinde bulunan meşeler doğal. Açık alanlarda 23 yaşlarındaki fıstıkçamları ağaç olmuşlar. Altlarında oturuyor ve ormanı dinliyoruz. Beş dakikalık sessizliğimizde birkaç kuş sesi ile birlikte bandırma yolundan geçen araçların motor seslerini duyuyoruz. Ağaçlara sarılıyoruz. Ağaçlara sarılmanın depresyon riskini azalttığını, ağaçların, ağaçlık alanların, parkların yaydığı enerji, havayı temizleme oranına bağlı solunan oksijen miktarı ve sadece ağaçlık alanlarda ortaya çıkan faydalı kimyasallar kişinin sinir sistemi üzerindeki olumlu etkileri olduğu bilimsel olarak ispatlanmış. Ormanı iyice dinledikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Arpalık mevkiinde bulunan bu orman Arpalık Devlet Ormanı olarak adlandırılmış. Eskiden çalılık, yer yer açıklık halde bulunan alan 2002 de projelendirilerek ağaçlandırılmıştı. Meşe topluluklarının korunduğu çalışmanın 23 yıl sonra tamamen orman halini alması çalışmaların boşa olmadığını gösteriyor. Köyler gelir getirmesi amacı da taşıyan bu çalışmalarda fıstıkçamı kullanılmıştı. Ancak fıstıkçamlarının son zamanlarda kozalak oluşumunu engelleyen veya oluşan kozalakların tohum oluşumunu engelleyen bir hastalık veya zararlıdan dolayı amaçlardan birine ulaşılamadı. Ama ormanı ağacı sadece bir fonksiyonu ile değerlendirmek yanlış tabi. Bugün meşelerin korunduğu, açık alanların da ağaçlandırılarak orman bütünlüğünün sağlandığını görebiliyoruz. Ağaçların altında da yürürken büyük bir zevk alıyoruz. Yürürken önümüzü çam melkisi mantarı kesiyor. Heyecanla yere eğilip mantarları alıyoruz. Çevreye bakıyoruz. Baya mantar var. İlerledikçe arkadan mantar toplandığı bilgisi geliyor. Ormanların en önemli fonksiyonlarından biri de uygun yerlerde ve uygun şartlarda yenebilen mantarların yaşama ortamı bulması. Hayatımızın her köşesinde faydaları saymakla bitmeyen mantarların en önemli kaynağı ormanlar. Fıstıkçamı ağaçları arasında bir sağa bir sola yürüyoruz. Ağaçlar budanmış. Budama artıkları olduğu gibi ağacın dibinde. Zamanla çürüyecek, dönüşüme katkı sağlayacak. Alt tabakada çok seyrek çalı var. Yeşil otsu bitkiler kapatmış toprak yüzeyini. Hafif bir tırmanışla yayvan arpalık tepenin üstüne ulaştığımızda bir yol çıktı önümüze. Yol ayırmış doğal meşe ormanı ile dikimle gelen fıstıkçamı ormanını. Ağaçlandırma planlanırken bu kısmın meşe kök yoğunluğu iyi olduğundan olduğu gibi korumayı tercih etmiştik. İyi de yapmışız, meşeler biraz boylanmış, nerede ise sahayı kapatmış. Arpalık Tepeye doğru uzanan küçük kuru dereler meşelik. Ağaçların arasında toprak yüzeyinden kesilmiş ağaç kütüklerinin bazıları çürümeye yüz tutmuşken bazıları henüz sağlam. Orman içinde ilerlerken yeni temizlenmiş geniş bir şerit çıktı önümüze. Üste baktık kalın teller sarkıyor demirden örülmüş direkler arasında. Enerji nakil hattı. Hayatımız için önemli olan elektriği taşımak üzere gerilmişler tepemize. Yangınları önlemek için de izdüşümü kadar alan alttan temizlenmiş ağaç ve çalılardan. Acaba dedik kendi kendimize yeraltından geçirilse daha iyi olmaz mı idi. Belki bu kadar geniş alan değil de daha dar bir alan temizlenirdi de bu kadar ağaç kesilmezdi. Bu düşüncelerle bir taraftan da anlatarak otoban genişliğindeki enerji nakil hattının kenarından yürümeye devam ediyoruz. Yağan yağmurun etkisi ile toprak baya çamur. Tepeye doğru uzanan derelerden biri çıkıyor önümüze oldukça derin. Yana doğru yürüyerek karşıya kolayca ulaşabileceğimiz bir yer arıyoruz meşelerin ve karaçalıların arasında. Zikzak çizerek dereye iniyor sonra yine zikzak çizerek karşı düzlüğe ulaşıyoruz. Hepimiz mutluyuz. Hepimiz doğanın özgürlüğünde hayal alemindeyiz. Serbest büyüyen fıstıkçamlarının alttaki kalın dalları kesilmiş. Odun olarak değerlendirilmemiş olduğu gibi duruyor ağaçların altında. Önümüze çıkan mantarları alarak ilerliyor arkadaşlarımız. Arada bir dağılıyorlar ağaçların arasında. Mantarlı yürüyüş oldu bir anlamda. Dereye doğru inan bir yol daha çıkıyor karşımıza. Bu kez yola iniyoruz. Yolu takip ediyoruz. Arpalık deresinin içindeyiz. Bir kuyu ile karşılaşmamız gerekiyor rotamıza göre ama dere kavşağında. Ama yok kuyu. Yoldan sapıp dere yatağından ilerliyoruz. Belki de kuyu biraz ileride. Dere içi yoğun ağaç ve çalılarla kaplı. Aralardan yolumuzu bularak tarlalara çıkıyoruz. Tarla kenarından gitmeliyiz. Hem çamur hem de yeni ekilmiş. Diziliyoruz tek sıra ilerliyoruz. Altgeçitten geçerek ormana girdiğimiz yola geliyoruz tekrar. Artık köyün içindeyiz. Yeni arkadaşlarımız için atıştırmalık bir rota. Köyün içindeyiz. Bahçelerin içinde evler. Uzun ve kalın dişbudak ağaçları her bahçede var sanki. Evlerin birçoğu boş gibi duruyor. Tek katlı küçük pencereli. Sokaklar dar pencereler küçük. Dantelli perdeler gözden kaçmıyor. Ama görünürde kimsecikler yok. Bazı evlerin bahçesinde nar ağacı, zeytin ağacı, yaprakları dökülmüş sadece meyvesi kalmış Trabzon hurması ağaçları gözümüze batıyor. Bir gül karşılıyor sokağın başında. Defne ağacı bahçeden yola sarkmış bizi görmek için çaba harcıyor yüksek bahçe duvarının arkasından. Çatılarda güneş enerjisinden faydalanmak için kurulmuş günısı sistemleri. Sokak kenarlarında elektrik telefon direkleri sağa sola yanlamış. Yukarıda teller birbirine karışmış. Avlu kapıları zenginlik göstergesi, perforje demir, ötesi berisi kırılmış iğreti ahşap. Yürüyüşümüzün sonuna geliyoruz. Yüzlerimiz güleç, mutluluk okunuyor. Sabah başladığımız yere dönüyoruz köyün etrafındaki ormanlık alanları dolaşarak. Doğal meşe, dikimle gelen fıstıkçamı ormanlarının çepeçevre sardığı güzel bir köyümüz Sinekçi. Kahveye doluşuyor sıcacık çayımızı yudumlayarak yorgunluğumuzu gidermeye çalışıyoruz. Yeni maceralara birlikte uzanmak hayali ile aracımıza biniyor ve Biga'nın yolunu tutuyoruz.