BİGTAY, Aşağıdemirci Çakırbelen Ormanlarında!..

24.11.2025 17:42
/haberresim\12a3fc90-1fb0-40d1-b9e3-62e523f438db_24.11.2025.jpg

23 kasım 2025 Pazar. Pazarların bizim için ayrı bir anlamı var. Farklı meslek gruplarından farklı yaşlardan aynı amaçla bir araya gelmiş insanlardan oluşan BİGTAY'ın doğa günü Pazar. Haftanın yedinci günü. Birçok ülkede tatil olan Pazar günü herkes uykuda iken biz güneş doğmadan sıcacık yatağımızdan kalkıp yollara düşüyoruz doğa uğruna. Üzeri açık alışveriş yerlerine de Pazar deniyor. Biz de Pazar günü doğadan alışveriş yapmak üzere çıkıyoruz. Hafta boyunca çalışma hayatının sıkıntılı temposundan bir nebze olsun kurtulmanın yolu doğa. Doğanın sesini duymak, renklerini görmek, havasını doyasıya ciğerlerimize doldurmak için bir anlamda pazara çıkıyoruz. Bu Pazar rotamız Aşağıdemirci. 23 kasım Dünya Fibonacci Günü imiş, adından da anlaşılacağı üzere ben de bir şey anlamadım ne olduğu hakkında. Matematiğin güzelliklerini ve doğanın matematiksel örüntülerini keşfetmeyi hatırlatarak insanları bilimsel düşünmeye teşvik etmekmiş amaç. Doğayı bir de matematiksel olarak değerlendirmeye bakalım bugün isterseniz. Alaca karanlıkta aracımıza binip Bandırma yolundan ilerledik, Osmaniye köyüne doğru sağa dönerek Aşağıdemirci yoluna daldık. Köyde kimsecikler yok henüz sokaklarda. Köyün hemen girişinde bulunan kahvehane açık. Araçtan indik. Köy Muhtarı Fuat Bey karşıladı bizi. Taştan oyulmuş içi toprakla dolu kocaman dibek ilgi çekici. Kahvenin içine ve dışındaki masalara dağıldık. Sıcak simit poğaça peynirle çaylarımızı yudumladık. Çerkez köyü olmasına rağmen balkan göçü sırasında birkaç Bulgar göçmeni de yerleşmiş köye. Köyün kuruluşu da Çerkez soykırımı sonrası gerçekleşen göçe dayanıyormuş. Kahvehaneden çıkıp yan yoldan arkaya doğru ilerledik. Birden telaş başladı. Herkes geri bakıyor, bazıları kahveye doğru yürüyordu. Merakla geri döndük. Bir arkadaşımızın tansiyonu düşmüş fenalaşmış. Doktor Levent Hekimoğlu ilk müdahaleyi yaptı. Arkadaşımız kendine gelince Biga'ya dönecek olan araçla geri gönderdik. Yolumuza devam ettik. Etraf tertemiz. Köyün içinden geçen Çakırbelen Deresinin üstünde köprüden geçip karşı taraftan sağa döndük. Yerde yatan kökünden sökülmüş, kökü gövdesinden ayrılmış dut ağacının neden kesildiğini, kesilse de neden değerlendirilmediğini düşünerek yanından geçtik. Sekizgen bir su havuzunun ağzına kadar dolu olması ne kadar güzeldi. Şamandıralı olduğunu farkettiğimiz su havuzunun etrafta otlayan hayvanlar için yapıldığı aşikardı. Dere kenarından yürüyerek mezarlığı sol tarafımızda bıraktıktan sonra Çakırbelen deresinden akan suyun dere içinde erozyonu önlemek için yapıldığını tahmin ettiğimiz beton setin üstünden geçerek karşı kıyıya ulaştık. Uzun kurak bir dönemden sonra Çakırbelen dersinde az da olsa su bulunması bizi adeta ruhen dinlendirdi. Ayaklarımızın altını ıslatarak suyun ne kadar önemli olduğunu düşündük. Karşı kıyıda önümüze çıkan yalaklarda yansımamızı fotoğraflayıp Sazlıburun tepesine doğru giden toprak yoldan devam ettik. Etraftaki ahırlarda sığırlar görünüyordu. Önümüze çıkan genç meşe ormanlarında ılıman geçen sonbaharın etkisi ile yapraklar tam olarak rengini değiştirmemiş, çoğunluğu yeşil vaziyette duruyordu. Ormanın içindeki patikadan karaçalıların dikenlerine takılmadan geçerek yürümeye devam ettik. Yıllardır kullanılmadığı anlaşılan yol üzerinde ara ara karaçalılar yolumuzu kesmeye devam ediyordu. Sararıp dökülen yaprakların ayaklarımızın altında ezilirken çıkardığı seslerin kulaklarımızı, sakince esen lodosun yüzümüzü okşaması hissedebiliyorduk. Arada bir mola verdiğimiz genç meşelerin arasında toprak içine doğru açılmış deliklerin yaban hayvanları tarafından sığınak olarak açıldığını toprağın içinde onlarca hayvanın yaşadığını hatırlatarak yürümeye devam ediyoruz. Meşelerin arasında alt tabakada bulunan bodur gürgenlerin ince dalları arada bir önümüzü kesiyor. Kurak geçen havanın etkisi ile ortalık kuru. Ormanın huzuru yüzümüze vuruyor. İçimizi rahatlatıyor. Sazlı burundan yukarı tırmanırken bir boşlukta mola verip yanımızda getirdiğimiz meyveleri atıştırıyor, içecekleri yudumluyoruz. Kimimiz yan yatıyor kimimiz oturuyor, kimimiz ayakta dinlenmeyi tercih ediyor. Doğa özgürlük. Moladan sonra yürümeye devam ediyoruz. Meşelerin arasından Şirinköy Sazoba yoluna çıkıyoruz. Sağ tarafta bir fıstıkçamı ormanı bizi karşılıyor. Etrafı dikenli telle çevrili alanın yıkılmış tellerin arasından içeri dalıyoruz. Altı çayırlık halini almış ormanın 21 Mayıs 2014 de 1864 yılında Çerkeslerin Büyük sürgününü unutmamak için Çerkes Derneği tarafından dikildiğini anlatıyoruz. Önümüze çıkan tabela bilgimizi doğruluyor. Sürgün ve Soykırımı unutturmayacak fidanların ağaç olduğunu görerek altlarından geçip meşe ormanına yürüyoruz. Ormancılık faaliyetleri sonucu bakımı yapılan meşe ağaçlarının arasından üretim artıklarının kurmuş dallarını çiğneyerek çıkardığı çatırtıların eşliğinde ilerliyoruz. Havanın ılıman etkisi ile yaprakları dökülen ağaçların yeniden yapraklanmasını üzüntü ile karşılayıp havanın mevsim normallerine ulaşacağı günleri umut ediyoruz. Meşelerin altında toprak yüzeyinin nerede ise tamamını örten tavşan memesi, kokinalar… sivri uçlu yaprakları ile dokunmamıza izin vermiyor. Ormanın ortasında mola verip 5 dakika ormanı dinliyoruz. Ağzı dursa eli durmayan bazı arkadaşların sırt çantalarındaki fermuarların sesleri arasında kuzgun sesini duyuyoruz. Yüzümüzü hafifçe yalayan rüzgârın etkisi de hoşluk veriyor bize. Yeniden yollara düşüp meşe ağaçlarının yapraklarını aralayarak ilerliyoruz. Zaman zaman zemini örten ladenlerin üstünden geçiyoruz. Ormanın ortasına hangi medeniyetsizin getirdiğini kestiremediğimiz çöp yığınları karşılıyor arada bir. Çeşmealtı Köyü muhtarının başlattığı çevredeki çöplerin temizliği seferberliğinin yaygınlaşmasını dileyerek geçip gidiyoruz. Sağ tarafımızdaki arazinin dikleştiğini farkederek sola kayıyoruz. RES Enerji santralından üretilecek elektriği ana hatlara taşıyacak iletim hattının yol üzerinden toprak altından geçirilen yoldan ilerliyoruz. Rotamız bu yoldan köye iniyor ama saatin müsait olduğunu düşünerek rotayı yeniden hesaplıyor ve toprak yoldan sola sapıyoruz. 50 metre kadar gittikten sonra tekrar ormana dalıyoruz. Bazı teknoloji kullanan arkadaşımız rotadan saptığımızı farkediyor. Umursamıyor devam ediyoruz. Genç meşelerin arasında ince dallı gürgenler yoğunlaşıyor. Aralarından yürüyoruz. Orman içerisinde normal olarak çeşitli mantarlar çıkıyor karşımıza. Bazılarını elimize alıp zehirli zehirsiz olup olmadığı hakkında fikir teatisinde bulunuyoruz. Ormanı içerisindeki ağaç ve çalıların yoğunlaştığı alanlardan patikalara kayıyoruz. Zorunlu dönüş yaptığımız dere yatağına doğru arazinin iyice dikleştiğini farkediyor kendimizi fazla zorlamadan bir yan dere yatağından derin ana dereye iniyoruz. Dere içinde neden Karanlıkdere dendiğini daha iyi anladık. Orman sarmaşığı toprak yüzeyinin yanında ağaçların tepesine kadar tırmanmış. Derenin içine girip boy veriyorum. Önümüze çıkan bir hayvan başı kemiğini elimize alıp değişik pozlar veriyorum. Zorlaşan yürüyüşün gerdiği yüzler gülüyor. Dereyi yoğun dikenli sarmaşıklar kapatmış. Dereden yan taraftaki açılığa çıkıyoruz. Kendimizi atıyoruz toprak yüzeyini kapatan otsu bitkilerin üzerine. Soluklandıktan sonra tekrar yolumuza devam ediyoruz tarlaların içinden. Bir zeytin tarlasından geçiyoruz. Zeytinler çok zayıf. Bazı tarlalar ekilmiş. Tekrar orman yoluna çıkıyoruz. Yolu takip ederek köy girişine ulaşıyoruz. Asfaltı keserek karşıdaki yola giriyoruz. Dereye kadar yürüyoruz. Dere kenarında sabah yürüyüşe başladığımız kahvehaneye ulaşıyoruz. Birkaç köylünün bulunduğu kahvede bir süre dinlendikten sonra aracımıza binip Biga'nın yolunu tutuyoruz.


Konuk Yazarlar

Etkinlik Takvimi

İletişim Bilgileri

Biga Tanıtımı