16 Kasım 2025 Pazar. Dünya Hoşgörü günü. Hoşgörü, sosyal yaşamın temel ilkelerinden bir tanesidir. Hoşgörü farklı kültürlere, farklı ifade şekillerine, doğanın çeşitliliğine saygı göstermek ve takdir etmektir. İnsanların aralarındaki tüm farklılıklara rağmen bir arada yaşayabilmeleri ve kişisel haklarına saygı duymaları birbirlerine karşı hoşgörülü olabilmelerine bağlıdır. 16 kasım 1869'da Akdeniz'i Hint Okyanusuna bağlayan Süveyş kanalı açılmış, 1967'de Merkezi ABD'de bulunan Uluslararası Şiir Forumu, Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı "yaşayan en büyük Türk şairi" seçmiş. Saygı ile anıyoruz. Farklı meslek gruplarından, farklı yaşlarda, farklı yeteneklere sahip insanların aynı amaçla bir araya geldiği doğa yürüyüş grubu olarak hoşgörü kuralları içerisinde bu haftaki rotamızı Örtülüce Köyüne çevirdik. Sabahın alaca karanlığında kuş sesleri eşliğinde Belediye durağında buluştuk doğaya susamış arkadaşlarla. Yüzler gülüyordu, selamlaştıktan sonra herkesin geldiğinden emin olarak bindik aracımıza. Sekize doğru ulaştık Örtülüce'ye. Köy meydanında meydanın üç tarafında kahvehaneler sıralı. Bir tarafında da Örtülüce camisi. Caminin yanında bir banka ATM'si şaşırttı birçoğumuzu. Ortak ATM köyün zenginliğini hatırlattı bize. Köy kahvesinin önünde çorba kazanı bizi karşıladı. Aynı anda camiden de bir kalabalık yürüdü çorbaya doğru. Biz 30 kişilik grup onlardan önce davranıp uzandık masa üstündeki çorba kaselerine. Biga Müftülüğü'nün sabah namazı buluşmalarına denk gelmişiz. Biga Müftülüğü'nce her hafta düzenlenen Biga’nın farklı kesimlerinden pek çok kişinin katıldığı sabah namazı buluşmaları bu Pazar Örtülüce Köyünde manevi bir atmosferin oluştuğu, sosyal kaynaşmanın güçlendiği bir ortamda gerçekleşmiş. Biz de Dünya Hoşgörü gününde Örtülücelilerin hoşgörüsüne sığınarak icabet ettik etkinliğe. Çorbalarımızı alarak Köy Muhtarının misafirperverliğinde dağıldık açık olan kahvehanelere. Uzun yıllar buralarda yaptığımız çalışmalardan dolayı unutmayanların güleryüzü, civar köylerin tanıdık simaları da güleryüzle karşıladı bizleri. Sohbet muhabbetle çorbalarımızı çaylarımızı yudumladık. Örtülüce Köyü Biga'nın en büyük 3. Köyü imiş 1200 civarındaki nüfusu ile. 1985 yılında 1106 olan nüfusu 2007 de 1350, 2024 de 1193 olmuş. 40 yıldır çok büyük bir fark olmamış. 1903 de halkın deyimi ile Bulgarya'dan gelmişler. Köy ilk kurulduğunda, çevresi ormanla örtülü olduğundan köye de, örtülü anlamında ÖRTÜLÜCE adı verildiğini yazar Engün Gürsu Hocamız. Hoş sohbetten sonra köyden ayrılıyoruz. Doğuya doğru giden sokakta biraz yürüdükten sonra ilk sokaktan sola dönüyoruz. Kuzeye doğru uzanan sokağın başında iki musluklu bir pınar karşılıyor bizi. Yürümeye devam ediyoruz. Her evin önünde büyükbaş hayvanların dolaştığını, görüyoruz. Sokağa uzanan derenin de bakımlı olması gözden kaçmıyor. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen Örtülüce'liler ayakta. Çocuklar dolmuşlar minik bir kasalı motosiklete. Durduruyoruz fotoğraflıyoruz. Köyü geride bırakıp ormana giriyoruz. Bizi Raşit Dede Parkı karşılıyor. Oyun grupları, değişik meyve ağaçları, biberiyeler vs. Raşit Dede Parkını Raşit Dedenin gayretleri ile bu hale getirmiş. Sabahın çiyi otların ağaç dallarının ve her şeyin üzerinde. Dokunduğumuz yer ıslak. Kimimiz salıncaklara, kimimiz kaydıraklara tırmanıyoruz. Sonbaharın son günleri olmasından ağaçlarda meyve kalmamış. Bir yapı üzerinde " Hayırseverler Hayrıdır. Yiyenlere Helal olsun, Dalını Kırmayın Seneye çok olsun" uyarısı yazılı. Etrafta birkaç çeşme var ama Biga'nın birçok yerinde olduğu gibi suyu akmayan çeşme olmuş maalesef. Parkı geride bırakıp sağa sapan toprak yola giriyoruz bir çeşmenin yanından. Granit anakayasından gelen toprak iri taneli bulgur gibi. Çok eskilerden beri yapılan ağaçlandırma çalışmalarından oluşan servi ormanı altında halk arasında püren denilen pembe renkli çalı fundası hâkim. Arada biraz boylanmış kocayemişler olgunlaşmış kırmızı meyveleri yanında çiçekleri ile göz alıcı. Albenili çilekleri iştahla ağzımıza atıyoruz. Ağzımızda ince tohumları ile dağılıyor değişik bir tat vererek. Toprak yoldan çıkıp bir patikayı takip ediyoruz. Önümüzü akça kesme, kocayemiş, karaçalı gibi bitkiler kesiyor bazen. Yaban hayvanı veya küçükbaş hayvan olduğunu kestiremediğimiz patika bizi bir yamaca sardırıyor. Dere kenarında bir ahlat ağacında ökse otu gözümüzden kaçmıyor. Doğanın insanlara sunduğu sağlık üzerinde koruyucu ve iyileştirici etkilere sahip mucize bitkilerden biri Ökse otu. Bağışıklık sistemini güçlendirdiği, vücut direncini arttırdığı, bazı hastalıkların tedavisinde önemli bir rol oynadığına inanılan ökse otu parazit bir bitkidir. Ağacın özsuyu ile beslenen ökse otu özellikle ahlat ağaçları üzerinde bulunurken kavak, söğüt, meşe gibi ağaçlarda da bolca bulunduğu görülmektedir. Beyaz inciye benzeyen tohumlarını yiyen kuşların dışkıları ile ağaçtan ağaca yayıldığı bilinmektedir. Ağaç ve çalıların altından geçiyor yamacı zikzaklar çizerek tırmanmaya çalışıyoruz. Servilerin bitiminde pürenlerin örttüğü yamacın üstünde bir toprak yola çıkıyoruz. Baya yorulmuşuz. Manzara muhteşem. Arkamızdaki servilerden sonra yuvarlak tepeleri ile fıstıkçamı, sivri tepeleri ile kızılçam ormanları hep ağaçlandırma ile gelmiş. Ta üst kısımda sırttan tepe üstüne doğru dev pervaneleri ile rüzgar türbinlerinin bir kısmı sakin. Olduğu yerde duruyor. Bir Türbinin dibinde görülen yapının Dedetepe Yangın Gözetleme Kulesi olduğunu, eskiden görevliler tarafından gözetleme işinin yapıldığını, ancak teknolojinin gelişimi ile artık insansız kameraların gözetlediğini anlatıyoruz. Göz alabildiğine yemyeşil çam ormanları. Ormanın içerisinde her sırt üzerinden geçen yangın koruma yolları parsel parsel ayırmış ormanı. Yangının yavaşlaması amacı ile şerit kenarlarına dikilmiş sıra sıra servilerin alt dallarını keçiler bir güzel tıraşlamış. Bu hali ile gelen ateşi yavaşlatması biraz zor gibi. Yol kenarlarında sıra sıra arı kovanları. Bazılarının yanında tabelada kime ait oldukları yazılı. Biga'nın piren balı muhteşem. Tamamen püren çiçeklerinden toplanan balın ayrı bir tadı var. Yıllar önce Muğla'dan bile arıcıların geldiğini hatırlıyorum pürenlerden bal toplamak için. Havanın yükselmesi ile sıcaklık da artmaya devam ediyor. Arıların hızlı hızlı kovandan gidip gelmelerinden kısa günde bal toplama telaşı olduğunu düşünüyoruz. Kovanların arkasında sakinlik varken önde gidip gelmeler yoğun. Arkadaşlarımızı uyarıyoruz arı sokmalarına karşı. Sırtlardan geçen yollarla birbirinden ayrılan ormanlar sağımızda kızılçamlar boy gösterirken solumuzda kah fıstıkçamı kah sahil çamı bloklarını görebiliyoruz. Kızılçam ormanları gövde ta yere kadar tamamen kuru dallarla örtülü ve sıkışıkken sahil çamı fidanları daha geniş aralık mesafe ile dikilmelerinden dolayı daha seyrek ve içerisinde dolanmak mümkün. Bir süre kalın sahil çamlarının arasında ilerledikten sonra mola verip ormanı dinlemeye başlıyoruz. Ağaçların arasında değişik kuş seslerini duyabiliyoruz. Ormanı dinledikten sonra Üstümüzde sahil çamı ağaçları alt tabakada çalı fundasında ilerlemekte zorluk çekiyoruz. Önümüzün arazi yapısının dikleşmesinden dolayı yön değiştirip tekrar yangın koruma yoluna çıkıyoruz. Güneş tepemizde, kasım ayına rağmen yakıcı bir etkisi var. Yol kavşağında sıra sıra arı kovanlarının arasından geçmek zorundayız. Isınan havanın etkisi ile arılar vızır vızır çalışıyor. Kızdırmaktan çekinerek yanlarından geçiyoruz. Sağ tarafımızda Çınarlı dere var. Yeşil çam ağaçlarının arasında yaprakları sararmış çınarlar muhteşem görünüyor. Yürüdüğümüz yol biraz dik. İniş aşağı biraz zorlanıyoruz. Dereye iniyoruz. Dere içi vejetasyonu doğallığı ve biyolojik çeşitliliği ile göz alıcı. İndiğimiz yer tam dere kavşağı. Sağdaki dereyi takip ediyoruz. Yürüdüğümüz yol sanki karabaş otu bahçesi. O kadar yaygın ki sanki belirli aralık mesafe ile ekilmiş gibi. Solumuz dere sağımız çam ormanı yürüyoruz. Bir yere geldiğimizde dere içinde mola veriyoruz. Kalın çınar ağaçlarının gövdesini orman sarmaşığı sımsıkı sararak ta tepelere kadar tırmanmış. Çınar ağaçlarının yaprakları sadece tepede gözüküyor. Uzun bir mola çok keyifli geliyor. Kimi ağaçların dalına, kimi gövdesine tünüyor. Kimimiz de yere çınar yapraklarının üstüne döşek yapıp oturuyoruz. Arkadaşların mutluluğu gözlerinden okunuyor. Doğa muhteşem bir pozitif enerji veriyor bizlere. Dere boyunca önümüze bir küme akkavak ağaçları selamlıyor. Toprağın fakirliği, sığlığına rağmen kısıtlı bitkilerin yaşadığı sırtlara rağmen dere içinde değişik bitki türlerinin yaygın olması ilginç. Biraz yürüyünce solda bir çeşme görüyoruz. Kuraklığa inat suyu akıyor. Suyundan tadıyoruz. Açıklıkta tek başına duran kavak ağacının fotoğrafını almadan geçmiyoruz. Böğürtlenlerin son meyveleri inadına çok iri ve albenili. İştahla ağzımıza atıyoruz. Yol boyunca tek tük boyluca kocayemişler çok iri ve kırmızı ama, o kadar çok yemişiz ki canımız artık hiç çekmiyor. Yol boyunca gördüğümüz mantarları inceliyor yenir yenmez çetelesini tutuyoruz. Biraz ilerleyince Hacı Rahmi Kırcalı hayratı yazan çeşme bize susayıp susamadığımızı soruyor fakat biraz aşağıdaki çeşmede susuzluğumuzu giderdiğimiz için teşekkür edip geçiyoruz. Farklı çam ormanlarının arasından geçe yol bizi sırttaki yola çıkarıyor. Planladığımız güzergâhı bırakıp en kestirme yollardan inişe geçiyoruz. Bazı arkadaşlarımız yorulmuş. Hızla aşağıya iniyoruz. Ormanın içinde piknik masaları, bir kuru çeşme çocuk oyun grupları sevindiriyor bizi. Karaköy denilen alana gelmişiz. Oturuyoruz. Çocuklar gibi şeniz. Salıncaklarda sallanıp, kaydıraklarda kayanlar sanki çocukluğuna döndü. "Ah bir çocuk olsaydım, Parklarda oynasaydım." şarkısı ile Ferdi Tayfur geldi birden aklımıza. Derdimiz tasamız yoktu, arkadaşlarımız çoktu, seller gibi coştuk, bayırlarda adeta kanatlanıp uçtuk. Karaköy denilen bu alanlarda Roma dönemine ait olduğu düşünülen amorf seramik parçaları bulunmuş ve bir alanı SİT ilan etmişler. Karaköy dere aşağıya inildikçe yayvanlaşıyor. Burada toprak da derinleşince çam ağaçlarının boyları uzun çapları kalın. Ağaçların arasına dalıyoruz. Gövdelerine sarılıyor huzur buluyoruz. Dere ağzına geldiğimizde sol tarafımızda bir kalabalık görüyoruz. Örtülüce Piknik alanı imiş. Parlak güneşin havayı ısıtmasını fırsat bilenler ormana atmış kendini. Taş ocağına çağırdığımız araç bizi bekliyor. Sol tarafımızda çıplak bir arazi ve terkedilmiş bazı tesisler var. Eski taşocaklarından kalma. Görüntü kötü. Halbuki eğer kanun ve mevzuata uygun işlem yapılsa idi, terkedilen taş ocağı bugün güzel bir orman olabilirdi. Araca binip faal haldeki taşocağının yanından geçiyoruz. Örtülüce Köyündeki OMYA Madenciliğe ait OMYA Türkiye'de Çanakkale, İzmir, İzmit ve Kırşehir’de bulunan dört gelişmiş üretim tesisiyle faaliyet göstermekte imiş. Temin ettikleri mineralleri kâğıt, boya, plastik ve gıda gibi yüksek performans gerektiren sektörlerin ihtiyaçlarını karşılıyormuş. Örtülüce'yi geride bırakarak Biga'nın yolunu tutuyoruz. Hoşgörü ile kalın.