Kasımın 2. Pazarı. Hazan, Güz ve sonbahar olarak anılan mevsimin son demleri. Hava ayaza kaçmaya başladı. Sabahları kalktığımızda artık araçların, ağaçların üzeri çiğ ile kaplı. Eskiden sonbahar deyince akla serin havalar, renk değiştirip dökülen yapraklar, bol ve şiddetli yağışlar aklımıza gelirdi. Şimdilerde kuru soğuk havadan başka bir şey göremiyoruz. BİGTAY'ın rotası Sazoba Hacıköy bu Pazar. Yeni arkadaşlarımız katıldı birkaç haftadır grubumuza. Güneşin doğmasına 15-20 dakika varken attık kendimizi sokağa. Gün doğusu lacivert kara. Gökyüzünde dolunay bulutların arasında bize göz kırpıyor. Sanki bizimle birlikte yürüyor. 9 Kasım ya bugün tam AVM'nin önünden geçerken karşımda bir zamanlar Atatürk'ün 100 farklı siluetinin yer aldığı heykelde; Atatürk’ün siluetlerinin bir kısmının ters bir kısmının ise yan şekilde heykelde yer almasına gösterilen tepkiden dolayı kaldırılan siluetlerden arta kalan sonsuzluk işareti gözümden kaçmıyor. Biga Belediyesi'nin önündeki fıstıkçamlarının arasındaki ıhlamur ağacının yapraklarının sonbaharın son günleri olmasına rağmen sararamadan bir kısmının dibine döküldüğünü görüyorum. Erken çıkmışım ki arkadaşlar henüz gelmemiş. Biraz sonra dört bir taraftan sarı elbiseleri ile arkadaşlar gözüküyor. Bir anda toplanıyorlar Belediye Otobüs durağında. Yeni yüzler görüyorum. Selamlaşmalar ve tanışmadan sonra aracımıza biniyor ve Sazoba'nın yolunu tutuyoruz. Gün doğusuna doğru ilerliyoruz. Gökyüzü sabah kızıllığında. Bandırma yolundan Katırtepe'ye dönüyoruz. Katırtepe Köyü'nün içinden Sazoba yoluna giriyoruz. Köyün hemen üstünden başlayan ormanlık alanlarda meşelerin yaprakları sararmaya başlamış. Etrafı seyrederek yolda ilerlerken bir yolun sağında bir GES tarlasına rastlıyoruz. GES planlanan alanın tarla olduğunu, iletim hatlarının orman yolundan hiçbir ağaç kesmeden yeraltından geçirildiğini anlatıyorum. Sazobaya ulaşıyoruz. Kahveci bizi kapıda karşılıyor. Kahve girişinde bulunan masalara ve içeridekilere dağılıyoruz. Kahvehanenin ortasındaki soba yanar vaziyette. Sobanın üzerinde su güğümleri suyu ısıtıyor. Kahveci bir anda gelen otuza yakın kişiye çay yetiştirebilmek için çırpınıyor. Sırt çantalarımızda getirdiğimiz kahvaltılıkları Sazoba Köyünün doğasının suyundan yapılmış sıcacık çaylarımızı yudumluyoruz. Üniversite öğretim görevlisi İlknur Hoca'mızın kendi yaptığı kurabiyeleri ağzımızda dağılıyor. Bir kadın giriyor içeriye ellerinde bal ve peynir bulunan kaplarla. Güleryüzlü sıcacık samimiyeti ile masalara dağıtıyor. Arkasında Muhtar İsmail geliyor güleryüzle. Tanıştırıyoruz arkadaşları. Bal ve Peynirle gelen kadının Muhtarın Hanımı olduğunu öğreniyoruz. Teşekkürlerimizi iletiyoruz. 1985 yılında 244 olan nüfusu 2024 yılında 100 civarında imiş Sazoba'nın. Bulgaristan göçmeni muhacir köyü olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Sert zemin üzerine kurulan köyün sokakları asfalt, ama yol kenarındaki su arkları doğal taştan oyulmuş. Caminin hemen bitişiğinde kocaman bir Phytolacca americana (Şekerci boyası) gözlerden kaçmıyor. Etrafa bakınca civarda yaygın olduğunu görüyoruz. Bitkinin yapraklarının ve meyvesinin zehirli olduğu bilgisi bizi korkutuyor bir anda. Bu bitkiyi tutarken bile eldiven kullanılması öneriliyor. Çocuklar için çok tehlikeli olan bitkinin bulunduğu alandaki görüntüsü muhteşem. Bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmış olmasına rağmen zehirli olmasından dolayı tehlikeli olduğunu, köklerinden kaynatılarak sabun yapımında ve meyvelerinden mürekkep yapımında kullanıldığı bilgisine ulaşıyoruz. Biraz ilerde bembeyaz borazan gibi çiçekleri ile datura (borazan çiçeği) bitkisini görmezden gelemiyoruz. Birçok hastalığın tedavisinde kullanılması ilgimizi çekiyor. Ama bu bitkinin de zehirli olduğunu öğrenmek bizi ürkütüyor. Yürüyüşe derenin karşısındaki yaşlı saplı meşe ağacının altındaki meşe'den başlıyoruz. Meşenin köyün kuruluşundan beri varolduğu söyleniyor. Tahmini yaşı 150. Dallarına kurulan salıncaklarda sallanmayı ihmal etmiyoruz. Meşenin altındaki çeşmeden su içip yolumuza devam ediyoruz. Birkaç kez yürüdüğümüz Sazoba doğasından bu kez köyün üstündeki Daz tepeye doğru gideceğiz. Köyün içinden geldiğimiz yöne doğru yaya olarak ilerliyoruz. Sağımızda bir tarla içinde mazı meşesi olduğunu düşündüğümüz kısa boylu ancak çok yaşlı bir meşe bizi selamlıyor. Yürüyerek bir vatandaş tarafından yapılmış ve sarı kırmızı olarak boyanmış beş yıldızlı çeşmeye ulaşıyoruz. Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftarlarının tepkisine rağmen büyük bir grupla fotoğrafladık çeşmeyi. Beş yıldızlı sarı kırmızılı çeşmeyi geride bırakarak asfaltın sağındaki yoldan tırmanıyoruz. Önümüze taştan yapılmış eski bir su deposu ve onun yanında betondan yapılmış başka bir su deposu çıkıyor. Biraz soluklanıp yola revan oluyoruz. Köydeki evler birer birer arkamızdan kayboluyor. Yürüdüğümüz alan çıplak, sadece otsu bitkilerle kaplı. Yağan yağmurlarla yumuşayan toprak yüzeyini örten otsu bitkilerden dolayı çamur değil. Çıplak alanı geçip ormanlık alana geçiyoruz. Sivri sinekler peşimize takılıyor. Ta tepeye kadar bizi takip ediyorlar. Şaşırıyoruz. Sonbaharda ve soğukta sivrisineğin hala yaşıyor olması ilginç geliyor. Kısa boylu seyrek meşelerin arasından yürüyoruz. Yolumuz üzerinde her köyün giriş ve çıkışlarında olduğu gibi çöplük karşımıza çıkıyor. Seyrek meşelerin arasındaki boşlukları pembe çiçekli fundalar pembe renkli çiçekleri ile ayaklarımızın altında. Meşe ağaçlarının altlarına doğru da biraz daha boylu ilkbahar aylarında ağaçlar yapraklanmadan beyaz çiçek açan şu an çiçeksiz olan ağaç fundaları hâkim. Yolumuz üzerinde sonbaharın kırmızı renkli halk arasında davulga, dağ çileği olarak bilinen kocayemişlerden tadıyoruz. Davulga aynı zamanda Afyon İlinin Emirdağ ilçesine bağlı bir belde imiş. Güçlü antioksidan özellikleri sayesinde zararlı alışkanlıklar sebebiyle zarar gören akciğerlerin ve karaciğerin temizlenmesine destek olan, böbrek sağlığını olumlu yönde etkileyen, bağırsak florasını korurken idrar söktürücü bir etki oluşturmayı da ihmal etmeyen kocayemişleri yerken bir taraftan da çırçır olmayı göze alamıyoruz. Alkol etkisinden dolayı fazla yenmesi durumunda sarhoş ettiğini söyleyenler de var. Meşe ağaçları, fundanın pembe renkleri, kocayemişin lezzeti karşısında mutluluk iksiri içmiş gibi duran arkadaşlarımız doğanın nimetlerinden doyasıya faydalanıyorlar. İnsanın içinde ne gam kalıyor ne keder. Tırmanmanın verdiği yorgunluğu da ara ara mola vererek gidermeye çalışıyor ve Daz tepeye tırmanmaya devam ediyoruz. Tepeye doğru çıkıldıkça neden Daz Tepe dediklerini daha iyi anlıyoruz. Tepe üstü çıplak ve rüzgârlı. Manzara muhteşem. Gönen sınırına doğru alabildiğine orman ve sonbaharın renkleri hâkim. Atamızı anmak adına fotoğrafı bulunan bayrakla anı ölümsüzleştiriyoruz. Taşoluk barajının susuz havzasını kısmen görüyoruz. Dört bir tarafımızdaki manzarayı doya doya seyrediyoruz. Rüzgârın etkisi ile terimiz kururken rüzgârın çarpması hastalanmak korkusu da etkisini gösteriyor bizde. Moladan sonra yürüyüşe devam ediyoruz. Sol tarafımıza doğru epey dik. Sağdan yürümeye başlıyoruz. Seyrek meşelerin arasındaki ağaç ve çalı fundaları baya yoğun. Dar patikalardan yolu bulmaya çalışıyoruz. Bir sağa bir sola gidip gelerek ilerlemeye çalışıyoruz. Ama bir yere geliyoruz ilerlemek mümkün değil. Tek tesellimiz fundaların ince ve yumuşak yapraklı olması. Ama araya karışan kocayemiş kökleri ayaklarımıza dolanıyor, yürümemizi engelliyor. Bir sağa bir sola gidip gelirken açık alana attık kendimizi. Som kayanın üzerinde bir araba geçecek kadar oyulmuş, kenarları sanki tekerleğin geçişi ile oluşmuş ilenimi veren yol çıkıyor önümüze. Tüm arkadaşların toplanmasını bekliyoruz. Biraz dinlenip taş yoldan ilerliyoruz. Bu yolun Cenevizliler yolu olduğunu, yolda büyük bir hazinenin bulunduğunu öğreniyoruz Hacıköy'ü eski Muhtarı İrfan Özcan'dan. Bir süre ilerledikten sonra sırt üstünde dar bir patika çıkıyor karşımıza. İlerliyoruz taşların üzerinden ağaçların arasından. Taşların üzerinde özenle açıldığını tahmin ettiğimiz oyuklarda su dolu. Önümüze sık sık çıkan kazılmış çukurlar Cenevizlilerin bıraktığı hazinenin peşindeki umut tacirlerini hatırlatıyor. Sağımız solumuz delik deşik. Arkadakilere hazine odasının yanında bekliyoruz uyarısında bulunuyoruz. GOOGLE AMCAYA CENEVİZLİLERİ SORUYORUM. KUZEY İTALYA'DA KURULAN ÖNEMLİ DEVLETLERDEN BİRİ OLAN CENEVİZ'İN ORTA ÇAĞ SÜRESİNCE AKDENİZ'DEN KARADENİZ'E UZANAN KIYI BOYUNCA TİCARET YOLLARINA HAKİM ÖNEMLİ DEVLETLERDEN BİRİ OLDUĞU YAZILI. CENEVİZLİLERİN BİGA'DAN GEÇEN YOLLARI İLE İLGİLİ BİR BİLGİYE ULAŞAMASAK DA SÖZLÜ TARİH BİLGİSİ ÖYLE DİYOR. Cenevizlileri hazinelerinin arandığı yolları kah inerek kah tırmanarak geçiyor Çıplak Tepeye ulaşıyoruz. Çıplak Tepe denmesine rağmen tepenin üstü baya ağaçlı. Eskiden çıplak olan tepe zamanla saç ektirmiş esprisi ile yolumuza devam ediyoruz. Ara ara boşlukların olmasına rağmen buradan itibaren meşeler yoğunlaşıyor. Tepenin kuzeyinden sırt üzerinden köye doğru giden orman yoluna iniyoruz. Tamamen yeşil otlarla kaplı yol üzerinde papatya zannettiğimiz çayır güzelleri yayılmış durumda. Yol kenarlarında ağaççık halini almış iri meyveli kocayemişler artık ilgimizi bile çekmez oluyor. Önümüze çıkan mantarları kontrol ediyor bilmediklerimizi es geçiyor aşina olanları mantarı iyi bilen arkadaşların fikrini alarak devam ediyoruz. Yolun sağı solu yoğun meşe. Çoğunluğun macar meşesi, daha az oranda da saçlı meşe karıştığını görüyoruz. Ladenlerin çoğalmaya başladığını görebiliyoruz. Bir süre sonra iri kalın ve yeşil dikenli abdestbozan çalılarının sıklaşması gözümüzden kaçmıyor. Sırttan sola doğru ilerliyor ve Küçükhacıboğazı'na iniyoruz. Yayvan dere içinde ziraat alanları ekilmiş durumda. Tarla ile orman arasındaki yoldan ilerliyoruz. Önümüze bir kuyu çıkıyor. Hacı Mustafa Kuyusu olduğunu öğrendiğimiz kuyunun yanında taştan oyulmuş bir su yalağı, Yan tarafında betondan yapılmış direk üzerindeki sırığın ucuna takılmış kova zinciri, ancak kovası yok. Kuyunun içine bakıyoruz su yok. Geriye doğru bir kuyunun daha olduğunu, o kuyunun ise suyunun olduğunu ve insanların faydalandığı bilgisini alıyoruz. Kuyuyu bırakıp yola devam ediyoruz. Önümüze bir rampa daha çıkıyor, bazılarımız üzülse de yapacak bir şey yok. Yavaş yavaş tırmanıyoruz tepe üstüne çıktığımızda fıstıkçamları bizi karşılıyor. Bir çoban ve koyunları var. Selam veriyoruz. Köye gittiğimiz istikametinin doğru olup olmadığını soruyoruz. Çoban bize mezarlığa doğru gidersek daha kolay köye varabileceğimizi, gittiğimiz istikametin daha zor olduğunu söylüyor. Biz yolumuza devam ediyoruz. Ancak koyunlar sürü halinde gittiğimiz istikamete alt tarafımızdan hızla ilerliyor. Çoban bağıra bağıra bize doğru koşturuyor. Ben size şuradan gidin demedim mi, bunlar benim ekmek kapım, çoluk çocuk besliyorum diye söylenerek bize doğru geliyor. Ben geri dönüyorum. Biz senin koyunlarına ne yaptık. Neden bağırıyorsun dedikçe adam iyice kabarıyor. Bizim sarı rengimizden ürktüklerini onun için koşarak köye doğru gittiklerini söyleyip duruyor. Arkadaşı sakinleştiriyor, yönümüzü mezarlığa doğru çeviriyoruz. Mezarlığın karşısından köye giriyoruz. Kahveye ulaşıyoruz. Kahvehane açık. Birkaç tanıdık var. Çaylarımızı içip muhabbetimizi yaptıktan sonra aracımıza biniyor yola çıkıyoruz.