BİGTAY HAVDAN AKYAPRAK ROTASINDA…. 26 Ekim Dünya Ay Işığında Kurt Gibi Uluma Günü. Bu özel gün, doğaya olan bağlantımızı güçlendirmek ve içgüdülerimizi kutlamak amacıyla düzenlenir. Ülkemizde 1998 yılından beri 26 Ekim “Hasta Hakları Günü” olarak kabul edilmiş. Hasta hakları günü ama hastaların hakkı olan hizmetlerden yararlanma, bilgi isteme, personeli tanıma, seçme ve değiştirme, kurum ve kuruluşu seçme ve değiştirme, tedaviyi reddetme ve durdurma … vb haklardan hangisini kullanabiliyoruz. Randevu alabilirsen, doktora ulaşabilirsen… belki diğer hakları da kullanabilirsin. En iyisi sağlığını korumak, doktora hastahaneye uğramamanın yollarını bulabilmek ve ona göre yaşamaya devam etmek. Sağlığını korumanın en önemli yollarından biri hareketli olmak, yürümektir yapılan araştırmalara göre. Pazarı pazartesiye bağlayan bu gece Avrupa ülkelerinin saatleri bir saat geri alarak kış saati uygulamasına geçerken Türkiye'de 2016 yılında alınan kalıcı yaz saati kararı bu yıl da geçerli olacak yani 2025 yılında da saatler geri alınmayacak. Bu hafta Türkiye tarihi için önemli bir gün. 3 gün sonra 102 yıl önce 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edilmiş. Yaşasın Cumhuriyet deyip dünya ay ışığında kurt gibi ulumaya hazırlık yaparken, hastalar haklarını aramaya devam ederken ayrı mesleklerden, ayrı yaşlardan, ayrı yeteneklerden sağlıklı insanların bir araya geldiği BİGTAY sabahın köründe hafif ılık hazan yeli ile birlikte yola düştük. Rotamız Havdan Köyünden Akyaprak Köyü. Belediye Otobüs durağında buluştuk heyecanla. Sabahın alacakaranlığında gündoğusu kıpkırmızı idi. Sabah kızıllığı bugünün güzel, güneşin parlak geçeceğinin belirtileri idi. Bastırma sıcaklarının başlangıcı aynı zamanda. Hava durumuna bakıyoruz. Sabah biraz serin olan hava öğleye doğru 24 derecelere kadar çıkacak gibi. Yağmur gözükmüyor gün içerisinde. Biraz daha hafif giyinerek çıktık yola. Kocabaş köprüsünü geçerek halkbankın önünden ada mahallesine doğru ilerledi aracımız motorunun çıkardığı homurtularla. Yol üzerinden binen arkadaşlarla tamamen doldu aracımız. Ara sokaklardan geçerek İmam Hatip Lisesinin yanından geçerek İtfaiyenin arkasından Havdan yoluna dönüyoruz. Eski Mezbaha ve Soğuk Hava Deposunu belediye şantiyesine dönüşmüş adeta. Makine ve ekipmanlar, inşaat malzemeleri menfezler, büzlerin yanından geçerek Çelebi deresine giriyoruz. Dere içinden Havdan'a giden yol üzerinde eski çöplüğün kaldırılmış olmasına rağmen halen aktif bir şekilde çalıştığını, inşaat artığı molozların gelişi güzel yol kenarlarına döküldüğünü görmek üzücü. Derviş Mehmet çeşmesini solumuzda bırakarak Özel İdarenin ve İçdaş'ın taşocaklarının arasından geçerek hızla Havdan Köyüne ulaşıyoruz. Eskiden ayakkabıcılığın revaçta olduğu tertemiz sokakları ile Havdan'da katlı binalar bizi karşılıyor. Kahvehane bizim için açılmış. Mola verip Havdan Köyünün suyundan yapılmış çaylarımızı yudumlayarak çanlarımızda getirdiğimiz kahvaltılıkları yiyoruz. Defalarca geldiğimiz köy bize sonsuz huzur ve mutluluk veriyor. Köy içerisinde etrafa bakınırken yolun hemen altında bir yapı dikkatimi çekiyor. Yoldan sapıp yapının kapısına doğru ilerliyorum. İçerisi tamamen fayanslarla kaplanmış yapının içinde çit musluk, karşıda tezgah üzerinde lavaboya benzetilen çukurluklar, girişte sağda ise duvar içerisinde bacaya benzer yapılar. İyice bakıyorum. Burasının eskiden köylerde bulunan halkın birlikte çamaşır yıkadığı çamaşırhane olduğuna kanaat getiriyorum. Geri dönüp kahveciye soruyor ve teyit ettiriyorum. Molayı sonlandırıp araca biniyoruz. Sarısıvat yolundan ilerliyoruz. Çilederçeşme mevkiinin üst tarafından ormana giren patikadan yürüyüşe başlıyoruz. Yıllar önce baltalık olarak işletilen ormanlarda yapılan üretim yolunun birinden dalıyoruz ormana. Uzun yıllar kullanılamayan yolların etraftan uzayan ağaç dalları, yol üzerinde çıkan çalı ve otlarla kapanmaya yüz tuttuğu bugüne kadar bizden başka kimsenin girmediği kanaatı ile yeşillikler arasında zevkle yürümeye başlıyoruz. Genç meşeliklerin arasında sonbaharın etkisi ile düşen yaprakların ayaklarımızın altında çıkardığı sesleri bile özlemişiz. Ağaçların altı renk değiştirmiş, sararmış yapraklarla üstü ise hala yeşil yapraklarla kaplı. Meşelerin arasında ilerlerken önümüze daha yaşlı ve boylu dişbudak ağaçları çıkıyor. Biraz üzerinde suyu kurumuş çeşme. Boylu ağaçların arasında biraz moladan sonra genç meşelerin arasındaki patikalardan yürümeye devam ediyoruz. Ormanın içinde arılığa rastlıyoruz. Sıra sıra dizili arıkovanları. Ormandan çıkıp Hamzabahçesi mevkiinden ormanın kenarından günbatısına ilerliyoruz. Hacıarap sırtında mola veriyoruz. Etraf açık. Ekilmeyen tarlaların sınırlarında sadece ağaç ve çalılar. Akçaağaç, kalın çaplı meşeler. Güvemeriği çalıları üzerinde tamamen olgunlaşmış, kurumaya yüz tutmuş meyveleri baya lezzetli. Tadına bakıyoruz. Kuzeye doğru bir minare Akyaprak Köyü'nün yerini belirliyor. Arkalarda puslu havanın arasında Örtülüce ve beyaz OMYA binası. Daha gerilerde beyaz bir bulut kuşağı. Arkasında Marmara adası. Manzara muhteşem. Manzaranın, doğanın tadını çıkardığımız molanın ardından batıya doğru ilerleyen orman yoluna giriyoruz tekrar. Fındıklı çeşme mevkii. Bir süre yürüdükten sonra tarlaya dalıyoruz. Tarlanın etrafı telle çevrili. Kapısı açık Kapıdan diğer tarlaya çıkıyoruz. Ekilmeyen tarlalarda sonbahar yağmurlarının etkisi ile yemyeşil çimlenmiş. Sol tarafımızda bir kavak ağacı. Dibinde çeşme olduğunu düşünüyor ulaşmaya çalışıyoruz. Ancak Kavak ağacına yaklaştıkça arazi dikleşiyor, etraftaki çalılar yolumuzu kapatıyor. Daha fazla gitmenin riskli olduğunu düşünerek altımızdaki Fundalık Dere'ye paralel ilerliyoruz. Patikalar iyice daralıyor. Sadece tek ayakkabımızın sığabileceği kara. Hangi hayvanın buradan geçtiğini düşünerek yan yan yürüyerek dere içine iniyoruz. Boylu ve yaşlı akçaağaç, dişbudak, çınar, meşe vb değişik türlerde ağaçların gölgesinde mola veriyoruz. Biraz sonra karşı yamaca tırmanıyoruz. Dere içinden yürümemiz çok zor. Dereye doğru bir yol görüyoruz. Daha önce geldiğimizde bu derede su ve çağlayanlar vardı. Uzun zamandır yağmayan yağışlar doğayı iyice kuruttu. Burası köye içme suyu sağlayan kaynakların bulunduğu alan. Sol tarafımız Belgrat Sırtı. Köylülerin suya ulaşmak için açtıkları zamanla kullanılmadığı için uzayan böğürtlen vb. çalılarla kapanmaya yüz tutmuş yoldan ilerliyoruz. Kaynaklarda Yukarısı Fundalık olan der artık Zeytin dere olarak adlandırılmış. Dere içerisinde 5 dakika sessizlik molası veriyoruz. Yol boyunca Güvem çalılarının meyvesini görmek mümkün. Böğürtlenler ise artık tamamen olgunlaşmış. Tadına bakıyoruz. Yaban meyveleri literatüre bakınca çok faydalı. Arada bir kıpkırmızı kızarmış Yemişenlere rastlıyoruz. Hava iyiden iyiye ısınıyor. Yolda kuru uzun yalaklı bir çeşmeye rastlıyoruz. Çeşmenin yalağına diziliyor doğayı dinliyoruz. Herşey harika. Ama çeşmelerde ve derelerde su akmıyor. Ekimin sonu kuraklık devam ediyor. Dere içinde ağaçların boyu uzun. Hepsi ışığı görmek için hep yukarı gitmiş. Orman sarmaşıkları kah ağaçlara kah kayalara sarılarak yukarı tırmanmışlar. Yol boyunca tek tük değişik mantarlara rastlıyoruz. Dere yolunun sonuna geliyoruz. Akyaprak havdan toprak yoluna çıkmak için bizi rampa karşılıyor. Kuru dere mevkiinden Soğuk su mevkiine ulaşıyoruz. Havdan Akyaprak yolunu kesip Akyaprak göletine yöneliyoruz. Son yağan yağışların etkisi ile yeşillenen tarlalara dalıyor gölete doğru yürüyoruz Göletin suyu baya azalmış. Suyun bıraktığı toprak zeminde domuz pıtlakları adeta istila etmiş. İice olgunlaşan ve kahverengine dönüşen pıtlakların paçamıza yapışmasını engellemek için açıklıklardan yürüyoruz. Sadece gövdeye yakın yerde kalmış. Bazı araçlar ve insanlar iyice azalmış suya kurulmuş oltalar görüyoruz. Gönen'den gelenler var. Semaverler, masalar, sandalyeler…. piknik havasında balık yakalıyorlar. Sazan varmış sadece. Geçen yıl ilkbaharda geldiğimizde bindiğimiz kayıklar tamamen karada kalmış. Etrafa yayılmış arkadaşlar gideceğimiz yöne doğru yürüyorlar. Göletin savağında toplanıyoruz. Köye giden yolu solda bırakıp ormanın kenarından köye giden patikaya dalıyoruz. Ormanla tarla arasındaki patika bizi köyün camisine çıkarıyor. Avlularda insanların kışlık hazırlıkları görülüyor. Selamlayıp yolumuza devam ediyoruz. Sokaklarda kimsecikler yok. Ara sokaklardan Biga'dan Bakacak tarafına köylere ulaşımı sağlayan yolun kenarındaki kahvehaneye gidiyoruz. Havdan'dan Akyaprak'a sonbaharın renkleri arasında hafif ve ılık sonbahar rüzgarı eşliğinde yaptığımız yürüyüşümüzü çaylarımız yudumlarken değerlendiriyoruz. Aracımıza binip Biga'nın yolunu tutuyoruz.