27 Nisan 2025 Pazar. Orta Amerika'nın Kuzeydoğu kıyısında bir Karayip ülkesi olan Belize'nin ulusal hayvanı April isimli Baird tapiri 27 Nisan 1983 tarihinde doğduğundan dünya Tapir günü ilan edilmiş bugün. ‘’Dünya tapir günü ‘’ ile hayvanların yaşam alanları ve sorunları hakkında dikkat çekerek bu alanda oluşturulan koruma programları sayesinde bir farkındalık oluşturarak geriye kalan tapirlerin korunmasına destek oluşturmayı hedeflemiş. Tapirler, kısa bir hortumu olan, domuz ve karınca yiyen hayvanın karışımı gibi görünen büyük otobur hayvanlardır. "Canlı fosil" olarak kabul edilirler çünkü türleri milyonlarca yıldır neredeyse hiç değişmeden var olmuş. Nisan ayının ilk günleri yağışlı geçmesine rağmen sonrasında kurak geçmeye devam etti maalesef. Güneş genelde parlak olmasına rağmen pek ısıtmadı bizi. Geceleri daha da soğuyarak doğalgaz faturalarını kabartmaya devam etti. Farklı mesleklerden farklı yaş gruplarından aynı amaçla bir araya gelmiş yürüyüş grubumuz BİGTAY olarak Şakayıkları görmek için Sarısıvat köyünde yürümeye karar verdik bu Pazar. Saat 6.12'de doğan güneşin önünü kapatan bulutlardan dolayı hava kapalı. Sarmaşık güllerinin süslediği apartman kapılarının önünden geçerek Biga Belediyesinin önünde buluştuk arkadaşlarımızla. Her hafta gelemeyen bazı arkadaşların da geldiğini görmek sevindirdi bizi. Hoşbeşten sonra aracımıza doluştuk Biga sokaklarından geçerek eski Hapishane'nin bulunduğu yeni İtfaiye binasının arkasından geçerek Havdan yoluna girdik. Hayvan barınağı geldi aklımıza birden nedense. Dünya Tapir günün olmasından olsa gerek. Yerinde durduğunu görünce Biga Orman İşletme Müdürlüğünce Eybekli Ormanlarından hayvan barınağı için verilen alandan bahsettik. Biga Belediyesince tesisin devam ettiği yakında hayvanların yeni barınaklarına kavuşacaklarını konuştuk aramızda. Hayvan barınağından itibaren yol kenarına çöplerin dökülmeye devam ettiğini görmek üzdü bizi tabi. Biga Belediyesinin çöp olayına bir çözüm bulamamasına anlam veremedik. Katrancı köyünde yıllar önce orman alanından verilen BİÇAY Katı Atık Bertaraf ve Düzenli Depolama Tesisinin tamamlanıp çöplerin orada toplanmasının ne kadar önemli olduğundan bahsettik. Derviş Mehmet Çeşmesinin önünden geçerek Karayolları ve İÇDAŞ'ın taş ocaklarının arasından geçtik. Bahar tamamen gelmiş, meşe ağaçlarının arasında ekilen tarlalar yemyeşil uzanıyordu. Havdan Köyünün içinden geçerek Sarısıvat yolundan ilerledik. Asfalt yoldan köyün meydanında park ettikten sonra araçtan indik. Birçok köyde bu saatlerde açık olmayan kahvehane açıktı ve epeyce de insan vardı. Selamlaştıktan sonra boş bulduğumuz masalara oturduk. Tanıdık vatandaşları güleryüzle karşıladı bizi. Kısaca neden geldiğimizi merakla bakışan köylülere anlattıktan sonra doğadan gelen suyla yapılan çaylarımızı yudumladık. Çayın beş lira olduğunu öğrenince Biga'da 10 lira ile 30 lira arasında değişmesine anlam veremedik tabi. Daha önce de geldiğimiz Sarısıvat Köyünün geçmişini anlatan Hüseyin Aşkı'nın " Sarısıvat Köyü’nün derin anılarında saklı olan Toparlak Çeşmesi, bir zamanlar köylünün yaşam kaynağıydı. Bu çeşmenin berrak suyu, bakraçlarla taşınır, gönülleri ferahlatırdı. Genç kızlar akşam saatlerinde su almak için gelir, delikanlılar ise çeşmenin kenarında bir umutla beklerdi. Kimileri orada hayat arkadaşını bulur, kimileri dostluklarını pekiştirirdi. Çeşmenin etrafında adeta bir bayram havası yaşanırdı. Göçle gelen dedelerimiz için bu çeşme, Bulgaristan’ın Borova Köyü’ndeki çeşmelerin tadını hatırlatır, özlemlerini dindirirdi. Fıçılar turşular için bu suyun altında bekletilir, bahçeler bu suyla canlanırdı. Ancak zamanla köye su tesisatı döşendi ve Toparlak Çeşmesi yıkılarak suyu köy şebekesine bağlandı. Bugün çeşmenin taşları duruyor ama suyu hâlâ köy halkına hayat vermeye devam ediyor.Toparlak Çeşmesi artık yok, ama onun hatıraları her taşında, her damlasında yaşıyor. Bu türkü, çeşmeyi ve onunla birlikte yaşanan güzel günleri gelecek nesillere hatırlatmak için yazıldı. Unutmayın, dedeniz, nineniz, babanız ya da anneniz mutlaka o sudan içti ve bu çeşmeden bir hatıra sakladı" şeklinde anlattığı Sarısıvat'ın Toparlak Çeşmesi için bir de türkü sözü yazmış. Sarısıvat’ın eteğinde, suyun şırıl şırıldı, Gencin umudu sende, yüreklere sırdı. Bakraçlarla taşınırdı, senin berrak suyun, Her damlan hatıra dolu, maziden bir duyum. Toparlak Çeşme, sesi çağlar derinden, Her taşın hikâye, her yolun özlemden. Yollarına bez bağlanan o eski günlerde, Sevda bulur gönüller, umutlar ellerde. ……….. Hüseyin AŞKI (Sarısıvat, 1957 doğumlu) Hazırlıklarımızı yaptıktan sonra caminin altındaki yoldan Koca Meşe'yi solumuzda bırakarak Mezarlığın altındaki yola çıktık. Mezarlık sağımızda Gemicikırı yolundan devam ettik. Yolun solunda ormanın başlaması ile birlikte yolun kenarında dumanlar çıktığını görünce canımız sıkıldı. Yol kenarı boyunca çöp yığınından çıkan dumanların tehlike oluşturup oluşturmadığını hesaplayarak devam ettik. İkiye ayrılan kavşaktan Havdan yönüne yürüdük. Biraz sonra araziye girelim deyip yeşil otların arasına dalmamızla çiseleyen yağmurdan kalan su damlalarının soğukluğunu ayaklarımızda hissettik. Biraz ilerledikten sonra otların arasında yürümenin kısa zamanda sırılsıklam olmakla eşdeğer olduğunu hesaplayarak tekrar asfalt yola çıktık. Çilederçeşme mevkiinden yürüdüğümüz yoldan Çınarçeşme mevkiine yöneldik. Yıllar önce taşocağı olarak işletilen, çıkarılan kocaman kayaları değerlendiremediği için yerinde kalan zamanla doğa ile bütünleşerek antik kenti andıran alana geldik. Herbirimiz bir kayanın üstüne tünedik. Bir süre dinlendikten sonra farklı açılardan kendimizi fotoğrafladıktan sonra açık alandan uzamış yeşil otların arasından yürümeye devam ederken otlara tutunmuş su damlaları paçalarımızı bırakmadı. Biraz yürüyünce otların arasında şakayıkların kocaman tomurcuklarını görünce heyecanlandım. Arkadaşlarımı toplayıp şakayığı gösterdim. Peygamber efendimizin “Şüphesiz kadın, erkeğin şakayığıdır” dediği Şakayık çiçeğinin anlamı, büyüleyici renkleri ve dolgun yapraklarıyla da estetik bir zevk sunar. Beyaz şakayık saflığı ve masumiyeti simgelerken, kırmızı ve pembe şakayık tutku, romantizm ve aşkı temsil eder. Ayrıca, Batı kültüründe de şakayık, iyileşme, şifa ve yeniden doğuş gibi anlamlar taşır. Bu çok yönlü çiçek, aynı zamanda sanat, edebiyat ve şiir gibi alanlarda da ilham kaynağı olmuştur. Şakayıkların yerinde korunmasının bir anlamı olduğunu dolayısı ile koparılmaması gerektiğini anlatarak üzerinde su damlalarını tutan yeşil otların arasında yürümeye devam ettik. Kireçtaşı kayaların yarıklarından yükselen meşelerin altında şakayıkların da yoğunlaştığını görebiliyoruz. Patika üzerinde mola veriyoruz. Etrafta açmak üzere olan kocaman tomurcukları ile şakayıkları görmek için erken geldiğimizi düşünüyor ama yine de gözlerimizi şakayıklardan ayıramıyoruz. Etrafı kolaçan ediyoruz. Etrafta bir sığırkuyruğu türü de gözümüzden kaçmıyor. Bir süre şakayıkların büyüsüyle doğayı dinledikten sonra bir tarlaya çıkıyoruz. Yeşil otların arasında beyaz çiçekler kendini gösteriyor. Tarlayı geçip kayalık üzerindeki meşelerin arasından yolumuza devam ederken etraftaki şakayıkların zerafeti gözlerimize ziyafet veriyor. Birilerinin daha önce kullandığı hissini veren dar patikadan tekrar yemyeşil uzanan tarlaya giriyoruz. Yeşil otların arasında sarı düğünçiçekleri rüzgarın etkisi ile salınıp duruyorlar. Tüm güzelliği ile Salep sümbülü bizi karşılıyor. Anacamptis laxiflora (Salep sümbülü) çoğunlukla sulak alanların civarında görülen ve bahar sonunda çiçek açan bir orkide türüdür. Teke sakalları çiçeklenmiş. Koparıp ağzımıza atıyoruz. Güzel bir tat veriyor. Tarlaların kenarında kalın çaplı akçaağaçlara rastlıyoruz. Çağın hastalığının kuruttuğu karaağaçlardan bazılarının burada sağlıklı olarak görmek beni ziyadesi ile mutlu ediyor. Biyolojik çeşitlilik zenginliğindeki baharın etkisinin burada kendini gösterdiğini karşımızdaki ormanın içinden görebildiğimiz değişik renklerde ve büyüklüklerdeki çiçeklerinden anlamak çok zor değil. Bembeyaz çiçekli geyikdikenleri, pembe erguvanları seyrederek rengarenk otların arasından yürüyerek çınarçeşmeye ulaşıyoruz. Buradaki çınarlar ve çeşmeden olsa gerek civarı da Çınarçeşme mevkii diye adlandırmışlar. Kayanın dibinden çıkan suyu köye alıp götürmüşler Sarısıvatlılar. Kocaçınarların arasında kalıp çaplı bir karaağaç da ben buradayım diyor. Üzerine çıkıp sevip okşamadan huzur bulamıyorum. Kayaların dibinden geçen yol üzerindeki kocaçınarların altındaki çeşmenin başında mola veriyoruz. Anı fotoğraflarken köyde bizi sevgi ile misafir eden İsmail Bey traktörü ile yanımızdan geçerken duruyor. Bize katılıyor fotoğraf karesinde. Yolu tarif ediyor ve yoluna devam ediyor. Çeşmenin altından sağa dönen patikaya giriyoruz. Yola doğru uzanmış kocaçınarın altından geçince yamaca yaslanmış yerlere kadar yatmış incirağacı gözümüzden kaçmıyor. Yer yeşil gök mavi. Genç dişbudak filizleri, farklı ağaç yaprakları önümüze kadar uzanıyor. Tarla içlerinde geçerek arada yoğunlaşan meşelerin içine dalıyoruz. Tarla içlerinde değişik salep türleri gözden kaçmıyor. Tarla aralarından geçerek Andık Kayası olduğunu öğrendiğimiz kayalığa doğru yürüyoruz. Taşların üzerine dağılıyoruz. Etrafta kızılcık, dişbudak, erguvan, meşe vb onlarca tür var. Andıkkayasında bir süre moladan sonra kayanın dibinden bir patika buluyor dereye iniyoruz. Dereden karşı tarlaya geçip orman içindeki üretim yollarına dalıyoruz. Genç meşelerin arasında yol üzerinde orman planlarının yapılışı, işletilmesi, korunması… vb konusunda merak edilenler hakkında bilgi veriyorum. Sırt üzerinde bir ağacın dibinde ormanı dinlemeye karar veriyoruz. Kalıp çaplı geniş tepeli bir meşenin altına uzanıyoruz, beş dakika boyunca sessizce ormanı dinliyoruz. Rüzgarın hışırtısı var dikkat çeken. Kuş sesleri yok nedense burada. Yeniden kalkıp yolumuza devam ediyoruz. Yol boyunca kalın çaplı meşeleri görmek bizi sevindiriyor. Geçtiğimiz yerlerde bulunan çeşmelerin suyunun azlığı dikkatimizden kaçmıyor. Ormandan çıkıyoruz. Önümüzü bir kulübe kesiyor. Derme çatma yapılmış bir elektrik hattından kablo giriyor kulübeye. Su kaynağı olduğunu düşünüyoruz. Biraz sonra yol kenarında bir tesis daha. Fosseptik kuyusu olarak düşündüğümüz tesis için yanılmadığımızı köylülerle konuşurken öğreniyoruz. Dolunca birileri gelip alacakmış vidanjörlerle. Köylerde doğal arıtmalı fosseptik çukurlarının daha uygun olacağını hakkındaki düşüncemizi paylaşıyoruz köylülerle. Su kaynağının üzerinde yol kenarında kurumuş bir ağaç gövdesi sarmış sarmaşıkla nasıl yaşamını devam ettirdiğine şahit oluyoruz. Köye doğru çıkan derenin içinde yoğun bir su teresi popülasyonu var. Biraz yukarıda üzeri yosunlarla kaplanmış bir yalaklı çeşme. Geniş yalağın kenarlarına ilişiyoruz. Bazı arkadaşlarımız suyundan tadıyor. Bir kurbağanın sadece gözleri gözüküyor yosunların arasında. Etrafı kartlaşmış ısırgan otları kapatmış. Köyün geçmişini yansıtan tuğla duvarlı evler dikkatimizden kaçmıyor. Eski köy okulunun sıklıkla çıkmış yüksek akasya sürgünlerinin arasında belli belirsiz duvarlarını farkediyoruz. Evlerin bahçelerinden yollara sarkmış erik meyveleri henüz yenecek kıvama gelmemiş. Cami ile okul arasındaki anıtsal koca meşenin önündeki kaydırakta kaymayı ihmal etmiyor grubumuzun en genç üyelerinden Kemal. Kaydırağın önünde büyük bir buket gibi duran Karahindiba muhteşem. Tekrar köyün meydanına geliyoruz. Her birimiz bir tarafa dağılıyor. Bir süre dinlenip köylülerle hoş sohbetten sonra aracımıza biniyor ve Yemyeşil ağaçların arasında masmavi gökyüzünün altında Biga'ya dönüyoruz.